Yani millet olarak sırtınıza alıp bir koşu götürüp bıraksanız, sizden önce kaçıp gelir.
İzin yoksa kıpırdamak da yok.
İşte bu toplantılar-görüşmeler, sağa-sola koşuşturmalar "Daha ne duruyorsunuz?" diyenlere karşı, maksat durmamak.
İki kez MGK’ya, dört kez kabineye, beş kez TBMM’ye koşmaya ilave olarak Çankaya’nın etrafında üç kez tur atıp "Cumhurbaşkanı ile görüşme" yaptıktan sonra...
İçerde koşacak yer kalmayınca; İngiltere bugün...
ABD yarın...
Ama PKK yığınaklarının olduğu Kuzey Irak’a bir milim olsun adım atmak istemiyor Başbakan.
Toplumun baskısı karşısında bir gün sınır geçilirse, orada tavşanlardan başka kimse bulunamayacak. Çünkü PKK’lıların tüymesi için yeterli zaman ve olanak tanınmış oldu bile.
Ekmek torbasının bile insana ağır geldiği o sarp arazide, deliklere saklanmak durumunda olan eşkıyanın tankının olması ve bunu sadece Başbakan’ın görmesi enteresandı.
Otuz PKK’lıyı tankı sırtlamış dereden geçirmek isterken görürseniz onlardır...
Bu; Başbakan’ın olaya ne denli hákim olduğunu gösterir.
Ne kadar ciddi...
Ne kadar bilgili...
Belki de diplomatlarımız "PKK’nın tankı var" gafını düzeltmişlerdir:
"Başbakanımız postal’a tank der..."
*
Densizlik buraya kadardı.
Gözüm gazetedeki şehit askerlerin resimlerine takılıyor, hepsi çocuk, burnumun direğinde sızı var. Biraz önce yine gençler geçtiler, ellerinde bayraklarla, peşlerinde ağlayan kadınlar.
Bizler hangi pazarlarda satıldığımızı bilmiyoruz.
Çocuklarımızın kanı kimlere malzeme oluyor, sokaklardaki bu çığlıklar hangi hesapların bedeli?...