Sevgisiz tarlalarda yetişen zebaniler...

O adamın...

O sorumlu olduğu yaşamları hiçe sayan adamın... Çocukluğunda sorumlu olduğu bir kuşu, bir kedisi, bir köpeği olsaydı...

Bir sorumlu olduğu canlıyı; koruma, kayırma, yaşatma duygusunu koysalardı yüreğine...

*

Ama öyle olmadı.

Ona "kesmeyi" öğrettiler...

"Kesmenin" sevap olduğunu bellettiler çocuğa... Yaşatınca değil, öldürünce manevi ödüllerin sahibi olmayı...

Böyle yaptılar...

Ve her mutlu olayda "kan akıt" dediler.

Bu sefer sevinçlerin, başarıların kanıtıydı kan akıtmak... Ya da bir umudun, bir beklentinin, bir hayalin gerçekleşmesi için çareydi:

Akan kan...

(.........)

Belki çocukluğunda sokakta bulduğu bir kedi yavrusunu eve götürdüğünde... Kendisine bir rastlantının emanet ettiği bir canlıyı korumaya karar verdiğinde, içerden bir kadının uyarısı geldi:

"Bir bu eksikti..."

Ya da bir korkutucu erkek sesi:

"At onu dışarı..."

*

Böyle büyüdü çocuk...

Çıkarı olmadıkça bir canlıya özen göstermemeyi, kesmenin sevap olduğunu, kan akıtmanın uğur getireceğini öğrene öğrene...

Bir canlıyı yaşatmanın mutluluğunu hiçbir zaman tatmadan...

Kendisine emanet edilmiş bir canın sorumluluğunu taşımanın hazzını ve gururunu hiçbir zaman bilmeden...

Sonra...

Sonra, başka insanların yaşamından sorumlu yetkili oldu, görevli oldu, gaz müdürü oldu, belediye başkanı oldu, vali oldu, devlet adamı oldu...

Ama sorumlu olduğu insanları korumanın, kayırmanın, yaşatmanın, yüreğindeki karşılığı yoktu...

Ve işte; sudan nedenlerle, hiç yoktan yere, boşu boşuna insanlar öldüğünde, gazeteler şöyle yazdılar:

"Sorumsuzluk..."

Yaşatma, koruma, her canlıya özen gösterme duygusunun ekilmediği yüreklerde yetişen zebaninin adıydı o:

"Sorumsuzluk..."
Yazarın Tüm Yazıları