Bu üçü de önemli değildir. Gazetecilik onuru bunları nasıl olsa aşar. Ama bir dördüncü sansür vardır ki, içine oturdu mu o sansür heyeti, ondan asla kurtulamaz gazeteci.
Nereye gitse o sansür heyeti de birlikte gider.
Kaçsa, içindedir...
Tam gerekeni yazacağı anda içindeki sansürcü "Olmaz ama..." der. Ve gazetecinin bir gözü hafif küçülür o an...
O sansür anıdır.
Düşünmeye başlar... Sandalyesinde, önce sağ kalçasının, sonra sol kalçasının üzerinde yaylanıp, psikolojik olarak yerinin rahatlığını test eder... Bilgisayara uzanmış elini çeker... Sırayla parmaklarını çıtlatır, tekrar başparmağına döner.
Elini tekrar bilgisayara uzattığında, yarı yolda tutup içindeki sansür heyetine kulak kabartır. İçindeki sansür heyetinden ses gelir:
"Sakın ha..."
*
Gözünün önünde bazı görüntüler belirir gazetecinin; bu görüntüler onun tıynetine göre değişir.
Kimisinin gözünün önüne Genel Yayın Yönetmeni’nin yüzü gelir...
Kimisine patronun yüzü... Patronun yüzü asıktır ve sanki bir şeye canı sıkılmıştır, yan gözle kendisine bakmaktadır...
Kimisi...
Artık tıynetine göre; kimisi Başbakan’ın uçağını görür... Uçağın geyik derisi koltuğuna oturmuştur... Başbakan tam karşısındadır... Hep birlikte gülerkenki fotoğraf çekilmektedir. Ve o birazdan "Başbakan ile havada..." başlıklı yazısını yazacaktır.
Kimisinin aklına Çankaya’da Cumhurbaşkanı’nın sofrası gelir. Beyaz eldivenli garson tabağına dolma koymaktadır, dolmayı çatalla ikiye ayırırken, Cumhurbaşkanı’na "Beyefendi, sizin varlığınız demokrasi için teminattır hakikaten..." demektedir ve Cumhurbaşkanı mutlandığı için bıyıkları gülme pozisyonu almıştır...
(..........)
Şu sıralarda kutlanan, sansürün kaldırılışının yüzüncü yılında (24 Temmuz 1908) en tehlikelisi gazetecinin içindeki sansür heyetidir.