Paylaş
Ben bu “Başbakan aramalarını” bilirim.
Aranan, telefonu açtığında nedense evindeki koltuktan inip ayağıyla terliklerini arar ve parmağına geçirdiği tek terlikle ayağa kalkar.
Vücut hafifçe öne doğru eğilir.
Telefonu tutmayan el, göbek hizasında ilikleyecek bir düğme arar pijamada, bulamaz... Yine de sanki düğmeyi varmış gibi el orada dolanır.
Ve vücut kendi ekseninde önce küçük küçük, sonra geniş daireler çizmeye başlar ki biz buna “hula-hop pozisyonu” diyoruz.
Başbakan konuşur telefonda.
Aranan ne dediğini duymaz ve asla anlamaz.
Arada bir “Doğru...”, “Haklısınız...”, “Hakikaten öyle...”, “Tabii ki...”, “Hımmm...”, “Yaa...” gibi sesler çıkartır.
“Gulk...” sesini çıkarttığında, kendisi de iki laf etmek istiyor demektir...
Ne diyecek kimsenin bir şey bilmediği konuda?..
Şöyle der:
“Yani hakikaten çok iyi şeyler yapıyorsunuz... Bu açılım ne kadar da güzel bir şey...”
Ama ne?..
*
Sanatçılar; onlar toplum önderleridir.
Büyük ulusların önünü her zaman önce sanatçılar açtılar.
Anadolu’da ilk adımları atanlar kılıçları olanlar değil, 13’üncü yüzyılda sazı olanlardı; Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Mevlânâ, köy köy elinde sazı ile dolaşan onlarca ozan...
Tümünün ilk istediği şeydi:
Aydınlık...
Sanatçı; çağdışılığı savunamaz...
Medeni yaşama karşı duramaz sanatçı...
Ve sanatçılar zeki insanlardır; toplumuna ortaçağ yaşamını öneren, modern hayata karşı çıkan, laikliği bir kenara itip dinciliği referans alanların “iyi bir şey” yapamayacaklarını bilir...
(.........)
Ya Başbakan Sezen Aksu’ya “Açılımın en çok neresini beğendiniz?” diye sorsaydı?...
(.........)
Sanatçılar; iktidarların yalakası olmazlar..
Karanlığa onay vermez sanatçı...
Paylaş