Bir beyaz naylon pis poşet öyle salına salına yüzüyordu dalgaların arasında.
Bir tane daha, bir tane daha...
Belki binlercesi...
Ben bilirim; deniz onlardan kurtulmak istiyordu, her dalgayla adeta kıyıya ittiriyordu naylon poşetleri. Tıpkı ortasına atılan cesetleri, katil "oh kurtuldum..." derken, götürüp karakolun önündeki sahile bıraktığı gibi...
Çünkü deniz kir taşımaz...
*
Naylon poşete baktım...
Ben maddeler arasında naylonu sevmem.
Kaypaktır...
İkiyüzlü ve dönek...
Her şekle girebilir. Kalıba döküldüğünde ayaklara terlik de olur, ayakları koparan mayın da... Kalem de olur, silgi de... Bir bakarsınız ki aydın insanların önünde mikrofon, bir bakarsınız ki aydının boynunda ip...
Evimizdeki bakır tabakları seyyar satıcıya verip, karşılığında naylon leğenler aldıkları günden beri sevmem naylonu...
*
Günlerce baktım durdum.
Deniz, içindeki naylon torbalarla mücadele etti.
Bir mavi boğa gibi çırpındı, çaba harcadı, ittirdi, sürüklemeye çalıştı, atmak istedi içinden...
Ama o pis, kaygan-yapışkan naylon poşetlerden kurtulamadı.
(.........)
Yakında o 400 sene çürümeyen naylon poşetler denizlerimizin dibini örtecek.
Daha da açıkçası; denizi poşete koymuş olacağız.
Öyle ortamlarda oksijen olmaz.
Önce yosunlar ölecek, sonra midyeler, ahtapotlar, uskumrular, palamutlar, yunuslar...
Denizler, var oldukları günden bu yana hiç bu kadar büyük bir ölümcül tehditle karşılaşmadılar.
Her gün kıyılarımızda, patlamış iki petrol tankeri hacminde naylon dibe iniyor ve dev naylon poşet yavaş yavaş oluşuyor.
Denizlerin yardımınıza ihtiyacı var, öylesine attığınız her poşette bunu düşünün...