BİR sincap gördüğünüzde ceviz ağacında, o sizin sincabınızdır, o size emanet...
O köşe başındaki meşe ağacı sizin...
Karşı yamaçtaki çamların, servilerin, çınarların, yoncalığın, çimenlerin sizden başka kimsesi yoktur, onları siz koruyacaksınız, onlar sizin...
O kumru sizin...
O serçeler sizin...
Saksağan sizin...
Nehir sizin nehrinizdir, göl sizin gölünüz...
Deniz sizin...
*
Ama siz her zaman onları yalnız bıraktınız.
Eli baltalı adamlar ormana yanaştığında, dozerler-kepçeler yeşil alandaki sincabın ağacını söküp attığında, yunusları tüfeklerle öldürdüklerinde, fabrikalar yağlı sularını nehre-göle akıttıklarında, denizi çöplük olarak kullandıklarında öyle baktınız.
Sanki onlar başkasınınmış gibi...
Onların varlığı size huzur-mutluluk verdi de, yok edilişlerinde arkanızı döndünüz...
Bir ağaç kesildiğinde nefesinizin bir kısmının kesildiğini, bir kuş öldüğünde mutluluğunuzun çalındığını, denize-ırmağa kıyıldığında bir parçanızın alındığını, yunusları öldürdüklerinde, denizlerdeki dostunuzu vurduklarını anlamadınız.
Oysa onlar sizindi...
Size emanet...
Doğanın tükenişindeki en büyük nedendir işte bu:
Vefasızlığınız...
*
Vakit çok geç değil.
Henüz zaman var.
Bir ağaç kesildiğinde, bir koruluğa dozerler girdiğinde, pis boruları denize-ırmağa bağladıklarında, o kuşu vurup o sincabı kovduklarında, komşunuzun kapısını çalıp "Hadi gidiyoruz" demelisiniz:
"Yardıma gidiyoruz... Onlar bizim..."
Uygar insan bunu yapar.
Sahip çıkmalısınız onlara; örgütlenerek, bir araya gelerek, el ele vererek, sevgilerinizi birleştirerek, merhametlerinizi çatarak...
Sizden başka kimsesi yoktur onların...
Onlar size muhtaç...
O ağaç sizin, o kuş, o ırmak, o koruluk, o yunus...