NORMAL zamanlarda kimin "devlet adamı" olduğu-olmadığı belli olmaz.
Çünkü herkes aşağı yukarı aynı biçimde oturur masanın başında. Makama gelirken de, sanki memleketi kurtarmaya acele yetişmesi gerekiyormuş gibi merdivenleri koşarak çıktı mı?..
Bu idare eder...
Herkes adamı "devlet adamı" sanır...
Ama işler karıştığında...
*
Gazetelerde haber vardı dün; Şarm El Şeyh’teki Gazze Zirvesi yemeğine Abdullah Gül’ü çağırmadılar.
O da uçağına binip döndü...
Çünkü; Hamas’tan yana olmakla, Gazze’den yana olmayı karıştırdı arkadaşlar...
Aynı gün Başbakan, Gazze katliamından hemen önce İsrail Başbakanı Olmert ile 6 saat birlikte olduklarını anlatıyordu.
Muhtemelen o 6 saat içinde Başbakan, strateji ortağına "Bölgede barış ve kardeşliği İsrail ile Türkiye kuracaktır, bu da böyle biline..." diyor, Olmert de "Tabiiiii..." anlamında başını sallıyordu...
Meğer o sırada uçaklara bomba yüklemekte...
Ve Gazze yerle bir...
*
Ben bu arkadaşların dış politikalarının ne denli bilinçsiz, acemice ve sallapati olduğunu, Hamas yöneticilerini önce Ankara’ya çağırıp sonra onlardan kaçtıklarında anlamıştım.
Başbakan, havaalanında onlarla karşılaşmamak için sen git bir möble fabrikasına otur...
Möble fabrika bekçisinin gece karanlığında Başbakan’ı karşısında görünce dilinin tutulduğunu, o gün bu gündür arada bir sadece "Sunta var, kalas var..." diye bağırdığını bu köşeden hatırlarsınız...
*
"Devlet adamlığı" zor günlerde belli olur.
İşte; TBMM’nin İsrail’i kınayan kararına oy vermeyen partinin genel başkanı ile o popülist konuşmaları yapan Başbakan aynı kişidir...
Tıpkı arada bir ağlayan, ama İsrail’e yeni silah ihalesi verilmesini durdurmaya bile yanaşmayan kişinin, aynı Başbakan olması gibi...
"Devlet adamlığı" zor iştir...
Keşke Abdullah Gül küçük oğlu ile mısır işini yapsaydı, Tayyip Erdoğan ise eski sucukçuluk işini...