Paylaş
Çocukların başına kurşun döktüler...
Baş, başın üstünde tava, tavanın içinde kurşun...
Çocuk hastalandığında acele kurşun tavaları yetiştirdiler..
Doktor kurşun...
Sağlık kurşun...
Aş pişmeyen tavalarda kurşun ‘‘cazzz...’’ ettiğinde, yaşlı kadınların dudaklarındaki mırıltı kurşun buharlarına karıştı...
Aman kurşun...
Canım kurşun...
Şifa kurşun...
Çocuklar kafalarının üzerinde kurşun tavaları ile ayağa kalktılar, yürüdüler, büyüdüler...
*
Sonra kurşun, kafanın üstünden, kafanın içine akıverdi...
Bir kırık camlı, perdesiz sınıfın, çizik çizik sıralarında, kim koyduysa adını, çocuğun elindeki kaleme isim oldu:
Kurşun kalem...
Kurşun kalem ile kurşun öyküleri yazdı çocuk...
Her destanda, her öyküde, her kurtuluşta bir kurşun vardı ve kurşun olmadan olmuyordu...
Çalışkan olmak nasıldı:
‘‘Kurşun gibi...’’
‘‘Kurşun gibi git-gel...’’
*
Aşık oldu çocuk...
Dilinde yanık sevda türküleri vardı, sevda türkülerinin içinde kurşunlar:
‘‘Kurşun ata ata biter
Sevda çeke çeke biter...’’
Sevda bittiğinde, hüzün çöktüğünde, bir çift güzel gözü ve kurşun bakışları anımsadı, sonunda bir başka kurşunu seçti çocuk:
‘‘Sana sevdanın yolları
Bana kurşunlar...’’
*
Çocuklar büyüdüler...
Tavasız kurşunlar başlarının üzerinden gelip geçiyor...
Bakın, gökten kurşun yağıyor...
Eğer sevgiyi-barışı öğrenseydik, tavada-sırada-havada sevgi ve barış olacaktı...
Bize kurşunları öğrettiler...
Birbirimize kurşun atıyoruz...
Bu yazıyı yazarken yanaklarını sildim çocuğun...
Baktım gözyaşları vardı...
Kurşun kurşun...
Paylaş