Kurban...

ASLINDA birer kurbanlığız hepimiz.

Tıpkı bir dana gibi kaçıp kurtulmak istesek de kötü yazgılarımızdan, her zaman başaramayız.

Kimi zaman insanoğlu "kurban" adını kendisi koyar:

"Kader kurbanları..."

"Terör kurbanları..."

"Trafik kurbanları..."

"Töre kurbanları..."

"İşsizlik kurbanları..."

"Yoksulluk kurbanları..."

*

Arkadaşımız Esra Kaya’nın dün verdiği bir habere takıldı gözüm bu yazıyı yazarken:

Bir öğretmenin bir kilo bayramlık çikolata alması için üç gün çalışması gerekiyor. Yok eğer bu bayramı ucuz bir tatil yerinde geçirmek istiyorsa, altı ay çalışmalı...

Bize "kurban olmamayı" öğretenlerin kurbanlık halleridir bu.

Yoksulluğun, hatta (telaş ve korkularına bakılırsa) zenginliğin kurbanı olunabilir.

Kimi zaman bir diplomanın kurbanı olur insan, kimi zaman durduğu yerin ya da olduğu zamanın...

60’larda, 70’lerde, 80’lerde "yurtseverliğin kurbanı" oldu on binlerce genç insan.

Kimi zaman bakarsınız kendi tutkularının kurbanı oluvermiş ve bağlanmış ayakları kurbanlığın.

Kimi zaman bir dostluğun...

Bir sevdanın...

Bir sevginin...

*

Ve bilirsiniz, çoğu zaman çaresizliğini şöyle anlatır kurbanlık:

"Elim-kolum bağlı..."


Evet...

Eli kolu bağlıdır.

Gözleri tıpkı o koyunun ya da dananın gözleri gibi çaresiz bakar.

Çırpınır...

Kurtulmak ister...

Didinir...

Debelenir...

Aslında her birimiz birer kurbanlığız...

Kutlu olsun kurban bayramınız.
Yazarın Tüm Yazıları