Gözkapaklarımı indirip perde yaptığımda ve siyah-beyaz anılar filminin makarasını beynime taktığımda, önce belirsiz çizgiler, çizgiler...
Silik silik görüntüler...
Kopuk kopuk kareler...
Sonra bir anı...
*
Beyoğlu'nun denizden yana olan tarafındayım. Arada bir öbür kaldırıma geçmeyi düşünüyorum, ama ya kaybolup geldiğim yere dönemezsem?
İlk yağmurlar düşmeye başlamıştı.
En iyisi doğru gideceksin, ki doğru döndüğünde geldiğin yerdesin.
Kaybetmek istemediğim yer; Büyükparmakkapı Sokağı'ndaki Galatasaray Müzisyenler Lokali.
O gece Salacak'ta bir konser var, kanun çalacağım ben. Öyle uzak yerlere gittiğimde kaybolmadan dönmemin nedeni; kemancı ile akordeoncunun arasında yürüdüğüm için.
Böylece kaybolmadan dönüyor insan.
Üniversite sınav sonuçları yakında açıklanacak ve ben kaybolmayacağım, bir okula atacağım kendimi.
Şimdilik kaybolmadan bu kaldırımda yürüyorum. İçimde dayanılmaz bir sıla özlemi. Anadolu'nun ta öbür ucunda kalan baba ocağı aklımdan çıkmıyor.
Annemin yemeklerinin kokusu geliyor burnuma.
Kaybolmayı öyle göze alıp kaldırımda yürümemin sebebi ise, ağladığımı öbür müzisyenler görmesinler.
Denizden yana olan kaldırımdayım.
(Zaten sonra tanıyınca, meğer denizden yana olan öbür taraf...)
Karşı kaldırıma geçsem...
Ya dönemezsem.
Beyoğlu bir tablo gibi güzel.
Şık giyimli insanlar, kültürün sesi geliyor her yandan, gözlerimi kurulayıp kurulayıp tarihi binalara bakıyorum, insan áşık oluyor Beyoğlu'na.
*
Geçenlerde sanki anılarımı aramak için yine oradaydım.
İstanbul'a her gelişimde böyle gidip bakarım; anılarım ordalar mı?
O gün son eski binalardan birini daha yakmışlardı.
Yoz kültürün uğultusu, işportacılar, yerinde durmayan o eski yapılar, görgüsüzce süslemeler.