Dışardan gelen sesleri dinler. Önden geçen arabaların uğultusu, uzaktan bir köpeğin havlaması, okuldan dönen çocukların gürültüsü...
Ama onu en çok bir telefon sesi ya da kapının çalınması heyecanlandırır...
Bir haber beklemektedir işsiz.
Bir haber...
İçindeki sıkıntıya inat, tek tesellisi yatağından çıkmak zorunda olmadığını düşünür. Oysa bu; kurulu saatin sesi ile işe yetişmek için sıcak yataktan çıkmaktan binlerce kat daha acı verir insana.
Yüzünü yıkasa da olur, yıkamasa da...
Aynaya baksa da, bakmasa da...
O en sevdiği şey, kahvaltı masasındaki reçele elini uzatırken, bunu hak etmediği duygusu içindedir işsiz. İçinde dolanıp duran sızı bir an göz pınarlarına ulaşır ve reçelin aslında acı olduğunu öğrenir.
Hava her zaman kapalı...
Her söz yaralayıcı...
Her dost yabancı...
Ve reçel acı...
*
O akşam Andree eve gelip salona girer girmez bana bakmış ve ağlamaya başlamıştı.
Şaşırmış ve korkmuştum.
Ona "Ne oldu?" diye sorarken, kötü bir haber getirdiğini, kötü bir şey olduğunu düşünmüştüm.
Niye ağladığını anlatmıştı, o işsiz kaldığım günlerin bir beter kötü akşamında:
"Sabah bıraktığım koltukta oturuyorsun hálá..."
*
Ben bilirim işsizi...
Öyle telefona bakar...
Kaç gündür gökten kapanan fabrikaların, iflas eden işyerlerinin, içten çıkartılanların haberleri yağıyor. Sadece dün işsiz kalanların sayısı 225 bin, toplam işsiz sayısı 5 milyonu aştı diyorlar...
Zenginliklerde hiçbir zaman payı yokken, yoksullukta en derin acıyı çeker işsiz.
Ve hiçbir zaman işsiz kadar bedel ödemez patronlar...
(........)
Kimi zaman kapı zili ya da telefon çalmış gibi gelir adama... O umutsuzluk, o bekleyiş, o çaresizlik nasıldır bilemezsiniz...
Hava her zaman kapalıdır, ışıklar her zaman fersiz...