Paylaş
Bir kasabanın gazete satan büfesi...
Paramı uzatıp bir Hürriyet istedim. Gazetenin ucu ile alnımı kaşıyormuşum gibi yapıp, aslında kokladım Hürriyet'i...
Buram buram bizim koku.
Sizlere, okumak için aldığınız gazeteyi arada bir de biraz koklayın desem...
Siz mürekkep kokusunu bilmezsiniz.
Yıllar önce ürkek ürkek girdiğim bir küçük gazetenin makine dairesinde ilk kez duymuştum. Sonra o kokuya alıştım. O koku olmadan yapamaz oldum. Gidip gidip kokladım matbaa mürekkebini...
Bir tinerci çocuk gibi...
*
Çiçeklerin kokusu daha güzel olsa da, hiçbir çiçeğin kokusu benim için o kadar anlamlı değil.
Hiçbir kadının parfüm kokusu beni böyle etkilemedi.
O koku yüzünden kaç yıl yarım odacı maaşına gazete matbaalarına girip-geldim de gıkım çıkmadı.
Mürekkep kokusu bol, maaş yok...
Büfeciye paramı verip ‘‘Bir Hürriyet’’ dedim. İnsan önce birinci sayfaya, manşet habere, yazara-çizere, gazetenin sağına-soluna bakmaz mı?..
Ben doğru burnuma...
Küçük camın ardındaki büfeci ile göz göze geldik, aradan öyle tuhaf tuhaf baktı.
Ben biliyorum; gazeteyi koklarken burnumu havaya dikmiş, gözlerimi kapatmış, boynumu balkabağı gibi uzatmışımdır.
Mis gibi Hürriyet kokusu...
Fırından yeni çıkmış buram buram bir somun kokusu gibi.
*
İçinde bugünlerde olmadığım gazetemi koklamak için aldıysam aldım. Hani sevgilinizin sizde unuttuğu bir eşyasını içinize çeke çeke, arada bir koklarsınız ya...
Büfenin önünde burnumu dayadım, gözlerimi kapattım, dudaklarım uzadı, boynum kabak...
Büfeci aradan bakıyor.
Ona, ‘‘Ben gazeteyi koklamak için aldım’’ desem... Tencere-tava için alanlar oldu da, koklamak için alan ilktir.
Kaç gündür uzaklardayım.
Bizim mürekkebin kokusunu özledim.
Bence bu bir özgürlük ve uygarlık kavgasının kokusu. Bizim kavgalarımız kan kokmaz, mürekkep kokar.
Gözlerim kapalı, burnum havada, boynum kabak, büfeden bir gazete almış kokluyorum...
Büfeci ne anlar?..
Paylaş