Gazeteciliğimin ilk yılları, siyasilerin meydanlarında koşuşturmakla geçti.
Ben meydanları bilirim.
Ama bu meydan, görmediğim bir meydandı.
Siz hiç dört katı kadar kalabalığın dışarıda kaldığı bir meydan gördünüz mü?
Ara sokaklardan ve uzaktaki caddelerden sadece marşların sesini dinleyip bayrak salladı onbinlerce insan.
Üstelik sağcı, solcu, muhafazakár, milliyetçi, o partiden, bu partiden insanlar.
500 bin mi, 1 milyon mu rakamları bir yana... Böylesine duygu yüklü, böylesine kenetlenmiş, böylesine içten, böylesine yürekten, böylesine kararlı bir meydan görmedim.
(Atatürk’ün çocuklarını küçümseyip "Bunlar kalabalık toplayamazlar" diyenlerin, televizyonlara bakarkenki yüzlerini çok görmek isterdim.)
Dün o meydanda, laik cumhuriyeti karşı devrimcilerin elinden geri almanın ilk adımı atıldı.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin, genel seçimlerin çok daha ötesinde bir mesajı vardı meydanın:
Bu millet; Atatürk devrimlerinin, gericilerin ayakları altında paspas yapılmasına izin vermeyecek.
Türkiye’yi ele geçirmiş ortaçağ özentileri farkında olsalar da, olmasalar da...
*
Dün ilk kez aydınlığın yüzü güldü.
Çocukları bekleyen o uygarlık-çağdaşlık yolumuza konulan karanlık kapıya baktım, ilk kez aralıktı.
O meydandan ayrılıp gazetedeki odama doğru yola koyulurken, dilimde o meydandan kalan şarkı vardı: