YERLEŞİK düzene geçsinler diye onlara İspanya'da, Fransa'da ve Türkiye'de apartman daireleri verdiler.
Onlar ise dünyanın birbirinden uzaktaki noktalarında, birbirlerinden habersiz aynı şeyi yaptılar:
Gece dairelerini terk edip şehrin dışında en yeşil yere giderek çadır kurdular ve içine girip yattılar.
Yeryüzünde bir üstün ırk varsa, Çingenelerdir.
Özgür, bağımsız, tepkili, baş eğmez...
Hür...
Doğadan asla ayrılamazlar.
Tüm kavimler sonunda kafalarını betonların arasına sokup güneşsiz-topraksız-havasız bir bağımlı yaşamı seçerken, Çingeneler doğadan vazgeçmiyorlar.
*
Ben ne zaman nerede bir Çingene görsem, koşup boynuna sarılasım gelir:
‘‘N'aber?..’’
‘‘İyidir be...’’
Bir Çingene arabasına rastlasam, içimdeki çocuk arabanın arkasına takılıp onlarla gider.
Asla tutamam.
Bir at arabası, üzerinde şilteler, leğenler bağlı, arkadan uzamış çadır kazıkları, şiltelerin arasından kafaları gözüken dört çocuk ve arabanın arkasında koşan bir cılız köpek ile ben...
*
Onlar mevsimleri aşağıdan takip eden kavimdir.
Baharın altına girip onunla birlikte Anadolu'nun kuzeyinden güneyine, güneyinden kuzeyine gidip gelirler.
İspanyollar onlara ‘‘Güneşin Arkadaşları’’ diyorlar.
Yeryüzünün en iyi müzisyenleri, en çarpıcı dansları, en sanatkár elleri, en güzel kızları-delikanlıları, en dayanıklı bedenleri onların olduğu halde, bir çadır yetiyor onlara.
Yerleşik olanlar onlara birçok kabahati yükleyip hor görmeye çalışsalar da, özgür ve hürler.
Betonu ve duvarları reddediyorlar.
Güneşle arkadaşlar.
Bir yeşil çadır yeri, bir ırmak kenarı, bir doğa parçası, baharın altında bir yer káfi geliyor Çingenelere.
Tüm insanlık doğayı unutup, beton duvarları naylon çiçeklerle süsleyip, PVC pencerelerden ancak soluyacağı havayı içeri alırken, güneşin arkadaşları doğanın kucağını terk etmiyorlar.