Bu yazıyı bütün okurlarım, eş-dost bilir. Vakti geldiğinde "Hazır mı?" diye sorarlar.
Kimi dostlar, "Şimdi şöyle yazacaksındır..." diye başlayıp, yazıyı eksiksiz satır satır adeta okurlar.
Ben boynumu büküp "Orada virgül olacak..." derim.
Bu; patates satıcısının her zaman "Patatesss..." diye bağırması gibi bir şeydir...
Ya da canı yananın her zaman "ay..." demesi gibi...
Vakti zamanı gelince okurlarım "Aynısını yaz da okuyalım... Şöyle noktası virgülüne kadar tıpatıp..." der...
Yazımın adı;
"Eşek..."
*
Bugün seçim yasağı var, doğa-çevre yazısı yazma zorunluluğu da eklenince:
Eşek, inek, katır dört yıl sonra aynı yerde buluşma sözü verip ikballerini aramak üzere yola çıktılar.
Dört yıl sonra buluştular...
İnek ile katır perişandı...
Birbirlerine, "Bu insanlar üzerimize yük doldurup, sopalarla döve döve canımı çıkarttılar... Zincirlere vurdular, demirlere bağladılar... Üzerimize o bindi, o indi, öbürü bindi... Belim çöktü, kendimi zor kurtardım..." diye yakındılar.
Uzaktan eşek gözüktü...
Çok mutluydu...
Semizdi, gülüp oynuyordu, inek ile katır şaşkın, sordular:
"Nasıl oldu bu?.."
Eşek anlattı:
"Bir memlekete gittim, birisi bağırınca herkes onu alkışlıyordu... Ben daha yüksek sesle anırınca beni alkışladılar... Duyan yanıma koştu, duyan koştu... Onlar arkamda toplandıkça ben daha çok bağırdım..."
"Sonra?.."
"Sonra beni başkan seçtiler..."
"Eşeği başkan mı seçtiler?.."
"Evet...Ben anırdıkça onlar ’Memleket seninle gurur duyuyor’ diye alkışladılar... Yedim, içtim ve bağırdım..."
"Pekiiii... Senin eşek olduğunu anlamadılar mı?..."
Eşek:
"Yarısı anladı... Ama anlayan yarısı, anlamayanlara anlatıncaya kadar, iş işten geçmişti..."