LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
PAÇALARI kesilmiş şalvara benzeyen bir büzmeli mayosu vardı.
Arkasını dönünce fark ettim; poposunda Japon bayrağındaki gibi tepsi büyüklüğünde bir kırmızı güneş yer almıştı.
Denize var gücü ile koştu.
Su dizine kadar gelince durdu. Biraz düşündü ve öylesine ağzını havaya doğru açıp kuvvetlice bağırdı.
Arkadaşına "Niye bağırıyor?" dedim.
"Yüzme bilmiyor" dedi.
Sonra sığ yere oturup iki eliyle ördek gibi suya vurmaya başladı, yine avazı çıktığı kadar "Uuuuuuuyyyyyygggggg" dedi.
Arkadaşına sordum:
"Şimdi niye bağırıyor?.."
Arkadaşı yanıtladı:
"Su şetti de..."
*
Onun düğünde şiir patlatamayınca çekip tabancasını patlatan adam olduğunu anladım. Şimdi de denize giriyordu ve yüzme bilmediği için bağırıyordu.
Trafikten de hatırladım onu.
Denizde çıkarttığı sesi; kasedi sonuna kadar açarak, egzozu patlatarak, lastikleri öttürerek, camdan bağırarak, bir şekilde çıkartıyordu.
Bir ara kendince suyun derinlerine daldı.
Kumsaldakiler suyun üzerinde öyle duran, koca yuvarlak cismin üzerindeki Japon güneşini seyrettiler bir süre.
Bu oydu; televizyonda haberler başlayınca kanalı kapatıp, Mehmet Ali Erbil’in programına geçen adam...
Dalması bitince kafasını çıkartıp derine daldığı yere oturarak etrafa bakındı, ilgi ve takdir var mı?
Ve bağırdı...
*
Uzun uzun onu düşündüm:
O bizim insanımız...
Çok çocuklu bir ailede, babası onun elinden tutup tatile-denize götürmediği için yüzme bilmiyor.
Bağırmayı biliyor...
Yaşamın derinliklerine dalıp, serin ve keyifli sularda yüzmeyi öğrenemediği için, hayatın kıyısına oturmuş.
Aydınlıkla ilgisi yok, güneşi kıçında...
Çıkıp kuma oturdu.
Ve bağırdı.
Arkadaşına "Peki şimdi niye bağırdı?" dedim.
"Bu da öylesine yani..." dedi.
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Yazarın Tüm Yazıları