"Çadırımı kurdum dağ eteğine" diye diye yerleşti, bebeklerini büyüttü dağ eteklerinde.
Başı derde girdiğinde dağlara sığındı.
Ovaya indiğinde asla unutmadı dağı:
"Dağlar dağımdır benim..."
Yüreği her yandığında bir dağı dert ortağı edindi analar:
"Yüce dağa sordum yavrumu..."
O dağlar parçamızdır.
Karları saklayıp koca yurdu susuz bırakmadığı için, insanlar derelerin başından türkülerle teşekkür yolladılar dağlara.
Ve dağlara özlem her zaman vardı:
"Ağrı Dağı’nın eteğinde uçan güvercin olsam..."
*
O dağlar bizimdir.
Ama aç gözlü saygısız durmuyor.
Bir yanda kuru dağlar için çocuklar gidip gelmezken, öte yanda o saygısız, bu ülkenin evrensel üne sahip en değerli dağlarının, Kaz Dağları’nın ağaçlarını kesiyor, ormanını açıyor, kayalarını patlatıyor, içini oyuyor, altını üstüne getiriyor.
Ne yazık ki görevi o dağları korumak olan, ama tüm yağmaların ve yok oluşların altında imzası bulunan bakanların, bürokratların, valilerin, profesörlerin yine bir gizemli(!) desteği ile.
Dağlar yurttur.
Yurt...
Ağaçları, suyu, dereleri, karı, kayaları, kuşları, sincaplarıyla bizimdir o dağlar.
Şimdi kepçelerle, dozerlerle, borularla, testerelerle, dinamitlerle saldırıp elimizden alıyorlar dağları...