O taş sokakta düşe kalka oynarken, kadınlar "yetim" için ceplerinde şeker taşırlardı.
Teyzeler, halalar, yengeler, ablalar, komşular...
Hálá karşımda bir kadın gördüğümde, gözlerimi diker, "Cebinde şeker var mıdır?" diye kendi kendime sorarım.
Öz çocuklarından bile gizli, yetime uzanan, içinde şeker olan o mübarek avuçları unutamadım.
Bir kadın gördüğümde hálá gözüm ceplerine takılır...
Cebinde şeker var mı?..
*
Erkekler çoktan kayıplara karıştılar.
Dönekler döndüler, beceremeyenler pıstılar.
Türkiye tarikatların istilasına uğrarken, en güvendiğimiz erkekler (!) yok oldular.
Daha yakın zamanda "Atatürk Cumhuriyeti’ne tehdit" saydıklarının karşısında selama durdular.
Zengin erkekler, kasaları için...
Yoksul erkekler nohut torbası uğruna vazgeçtiler Mustafa Kemal’in çağdaşlık yolundan.
Sindiler, pıstılar...
*
Kadınlar direniyorlar.
Son zamanlarda grup grup, öbek öbek toplanıp, gözyaşlarını sile sile, burunlarını çeke çeke, çocukları için istedikleri "aydınlık yarınlardan" vazgeçmediklerini tekrarlıyorlar.
Birkaç gün önce Hürriyet’e geldiler.
Ben onlara "yalnız kaldığımızı" anlattım.
Onlar "Yalnız kalsak da Atatürk’e ihanet etmeyeceklerini" anlattılar, bir ağızdan.
Tıpkı benim gibi "en güvendikleri erkeklerin dönekliğinden, ikiyüzlülüklerinden" yakındılar.
Ve yanlarında bir tek erkek kalmasa dahi, çocuklarına o aydınlık ülkeyi istemekten vazgeçmeyeceklerini söylediler.
Bedenleri güçsüz...
Ama yürekleri büyük kadınlar...
*
Bu sefer ülkemiz için...
Aydınlık günler için...
Cumhuriyet çocukları adına, için için mırıldanarak baktım onlara: