Yine de zaman zaman sormuştum:
“Namus neremizdedir?..”
*
Bacakların arasında mı?..
Yoksa kafada mı?..
Neremizde?..
Diyelim ki sevdiği erkeğin elini tutan, parkta gezen, küçük eteğinin altından bacakları, eteğin üstünden göbeği gözüken mahallenin genç kızı mı namussuz?...
Yoksa ticaret, alışveriş ya da iş adı altında insanları kandıran, alın teri yerine cingözlükle para kazanan mümin kardeşimiz mi?..
Ama yoktu...
*
Çünkü Türkiye aslında kendisi AB’yi reddetti.
Bu kirlilik...
Bu ilkellikler...
Bu hukuksuzluklar...
Bu pespayelik...
Bu akılsızlık...
Ki konuşmaya başladığında bir gözümü kapatıp öyle bakarım...
Bakarım; zarif duygular içinde, ruhunun derinliklerinden gelen tevazu ve inceliklerle, bir kuru yaprak hassasiyetiyle uçuşan centilmenlik ifadesinde benliğini bulan, bir kuşun kanat çırpışlarındaki buğulu duyarlılık ve nergis kokulu alınganlıklarla bezenmiş zarifliklerle süslü, ılımlı yaklaşımların gizemli inceliği ile narin bir ruhun dışavurumundaki ahenkli ritmin dantelimsi işleyişi...
(.......)
(Sonunu bağlayacağım da, nereye bağlayacağımı bilemedim.)
Doğrusunu isterseniz, en kestirme anlatımı İbrahim Tatlıses yapar:
“Leydi end centilmeni...”
*
Başbakan bu yüzden kendisine “siz” yerine “sen” diyene kızdı.
Onlardan sadece birisiydi o küçük kız, polisi aradı:
“Polis amca, annemi öldürdüm...”
Çocuklarını öldüren babaların, bebeğini çöpe atan annelerin, sevgilisinin başını kesen abilerinin, annesinin kafasını ayıran ablalarının, birbirini öldüren televizyondaki amcalarının dünyasına adım attı çocuk...
Kime haber verileceğini dahi biliyor:
“Polis amca...”
“Efendim...”
“Annemi öldürdüm...”
*
Dudağımı saçak altına doğru uzatıp serçe şarkısı söylemek geliyor içimden, becersem de, beceremesem de...
Daha dün Edremit Körfezi’ne açıldım, yunuslar yok...
Papatya tarlalarına kutu kutu “yazlıklar” yaptı müteahhit, adını da “cennet evleri” mi koymuş, ne...
Bu sene menekşeler açmadı.
Belki seneye...
*
Bir şeyler eksiliyor.
Domatesler, salatalıklar, erikler eskisi gibi kokmuyor... Nergis topladınız mı hiç son zamanlarda?..
*
Doğu’daki o ilçeye önemli ve büyük siyasetçi gelip konuşma yapacaktı. Tek sorun vardı; kasabalılar Türkçe bilmiyorlardı.
Kasabanın önde gelenleri herkesi toplayıp “Yine eşek gibi anlamayacaksınız yine... Bari önemli siyasetçi ne derse desin, alkışlayıp eledir (öyledir) diyeceksiniz” diye tembih ettiler.
Kasabalılar “Tamam...” dedi.
Önemli siyasetçi geldi, kürsüye çıktı ve konuştu:
“Size yol yapmadık mı?..”
Kasabalılar anlamadılar ama alkışladılar:
“Eledir...”
Çok etkisi olamadı...
Küresel kuralları ve kurumları hatırlattı; BM kararları, Güvenlik Konseyi, uluslararası anlaşmalar ve hukuk...
Olmadı...
Duygulara seslenmeyi denedi; kucaklaşmak, sevgi, kardeşlik, yardımlaşma, kadınlar, çocuklar...
Boşuna...
İşte o zaman “Tanrım bana yardım et” diyerek tavana baktı.
Tanrı sordu:
“Bana mı dedin Hüseyin Obama?..”