Paylaş
◊ Oyunculuk serüveniniz nasıl başladı? Aktör olmaya nasıl karar verdiniz?
- Can sıkıntısı beni oyunculuğa götürdü... 14 yaşındayken, çevremdeki hemen her genç, başarılı bir futbolcu olmak isterken ben oyuncu olmayı hayal ediyordum. Yaşadığım yerde çok sıkılıyordum. Çok küçük bir kasabaydı ve yapacak çok şey yoktu. Orada yaşarken sinema salonlarına arka kapıdan gizlice girmenin bir yolunu bulmuştum. Haftada beş kere sinemaya gidecek param yoktu çünkü.
Sinemada çok zaman geçirdim. İçinde bulunduğum durumu unutmanın, farklı hikayelerle başka yerlere kaçmanın yolu sinemada film izlemekti. Filmler benim için dünyaya açılan bir pencereydi. Filmlerle geçirdiğim o yıllarda bir rüya inşa ettim. Oyuncu olmak istedim. Zamanla, yapmak istediğim tek şey oyunculuk oldu.
◊ Peki sinema salonlarında inşa ettiğiniz rüyayı nasıl gerçeğe dönüştürdünüz?
- Fransa kırsalındaki küçük bir şehirden, işçi sınıfından geldiğim için bu sektörde çalışmaya başlamak zordu. Kimseyi tanımıyordum. Çantamı topladım, Paris’e gittim. Otele yerleştim. İş buldum, çalışmaya başladım. Hafızam beni yanıltmıyorsa yanımda 1000 euro para vardı. O parayı hafta içi drama dersleri almak için harcadım. Hafta sonları ise para kazanmak için gece gündüz çalıştım. Yönetmen Jacques Audiard’la tanıştıktan sonra oyunculuk kariyerim başladı.
ÇEKİMLER BİTER BİTMEZ ONDAN KURTULDUM
◊ “The Serpent”, gerçek bir hikayeyi anlatıyor. Seri katil Charles Sobhraj’ın kendini mücevher tüccarı olarak tanıtıp onlarca kişiyi öldürmesi, keskin zekasıyla tüm otoriteleri manipüle etmesi güzel tasvir edilmiş. Sizi çeken ne oldu bu projeye?
- Bu hikayeyle ilgili ilginç bir anım var... 14 yaşındayken bu hikayenin kitabını okudum ve o zamanlar oyuncu olmayı hayal ederken “Ah, ne kadar güzel bir rol” demiştim. Bir aktör için böyle bir adamı canlandırmak tam bir çılgınlık! Katil, dolandırıcı, manipülatör... Ve 20 yıl sonra o adamı oynadım. Açık konuşmak gerekirse empatisi olmayan birini anlamak ve oynamak benim için çok zordu. Seri katil kalıbının dışında bir adam Charles. İnsanları kolayca etkileyen cazibeli de bir adam. Charles’ın çekiciliği, şeytanın cazibesi gibi. Size altın tabakta bir yaşam sunuyor ve ruhunuzu çalıyor. Çok farklı gerçekten...
◊ Charles Sobhraj rolünden sizde bir şey kaldı mı?
- Çekimler biter bitmez ondan kurtuldum. Artık onu içimde istemiyordum.
◊ Peki nasıl hazırlandınız role?
- Katiller üzerinde çalıştım. Bazı uzmanlarla konuştum. Birçok katil ve seri katille konuşmuş olan uzmanlarla görüştüm. Ve farklı seri katillerin benzerlikleri olduğunu keşfettim. Bu arada araştırma yapsam da Charles’ı içimde bulamadım, onunla ilişki kuramadım. Çünkü hiçbir şeye empati duymayan bir adamdı ve ben bu adamı nasıl yaratacağım, kestiremiyordum... O yüzden bu rolde farklı bir şey yaptım. Genellikle karakteri içeriden inşa ederim ama bu kez karakteri dışarıdan kurdum. Benim için alışılmadık bir şey. Bakışı, yürümesi, konuşma şekli ve kendine güvenini düşündüm.
AFFEDERSEN DAHA ÖZGÜR VE RAHAT HİSSEDERSİN
◊ Diğer projeniz “Moritanyalı” da etkileyici, gerçek bir hikâye. Canlandırdığınız Muhammed karakteri, bir sahnede “Özgür olmak ve affetmek Arapçada aynı kelime” diyor. Bu diyaloğun arkasındaki felsefe nedir?
- Kederli olduğunda, kararsızlık hissettiğinde... Eğer bir kişiyi sana yaptıkları için affetmezsen acı çeken sen oluyorsun. Çünkü bu durumu bütün gün düşünmeye devam ediyorsun ve düşündükçe kendini kötü hissediyorsun. Bu zaten oldukça kötü bir enerji. Halbuki affedersen, daha özgür ve rahat hissedersin.
◊ Filmde rol arkadaşınız Jodie Foster. Onunla birlikte çalışacağınızı öğrendiğinizde neler hissettiniz?
- Duyunca çok mutlu oldum. Arkadaşlarımı aradım ve “Kiminle çalışacağımı biliyor musunuz!” dedim hepsine. “Jodie Foster” dediğimde inanamadılar. Haberi alıp Jodie Foster heyecanını yaşadıktan sonra “Tamam, Jodie’nin önünde rol yapacağım, ona karakteri verebilmeliyim” dedim ve hikaye hakkındaki gerçekleri düşünmeye başladım. Jodie çok büyük bir isim ve çok büyük bir oyuncu. Onunla tanıştığımda biraz korkmuştum. Ama çok klas, çok hoş, o kadar güzel bir ruh ki, sadece varlığıyla bile rahatlamış hissettiriyor.
JODIE FOSTER İLE İLK SAHNEMDE GERGİNDİM
◊ Jodie Foster’la birlikte ilk sahnenizi hatırlıyor musunuz?
- Evet, Jodie ile ilk sahnem 6 sayfa uzunluğundaydı. Gergindim, çünkü kolay bir sahne değildi. 6 sayfa ve ben gerçekten keskin olmalıydım. Çünkü Jodie çok gerçek bir oyuncu. Yapmam gereken onu takip etmekti, çünkü karşındaki iyi oyuncu bazı yönlerden oyunu her zaman yükseltir.
◊ “Moritanyalı”da canlandırdığınız Muhammed Veled Salahi, 11 Eylül saldırılarında suçsuz olduğu halde şüpheli olarak tutuklanıp 14 yıl boyunca alıkonulan bir mahkûm. “The Serpent” dizisindeki Charles Sobhraj gibi gerçek bir karakter. Gerçek insanları oynarken senaryoda yazılanları kendi araştırmalarınız çerçevesinde yargılıyor musunuz?
- Senaryoda yazılana sadık kalmak zorundasın. Ama gerçek bir insanı canlandırırken bir şekilde yazılı olanın ötesine geçmelisin. Kendi araştırmamı da yapıyorum tabii ki. Bu film için Muhammed’in kitabını okudum, konuyla ilgili belgeseller izledim.
İSLAMİYET TAMAMEN BARIŞLA İLGİLİ BİR DİN
◊ Beğenerek izlediğim bir diğer işiniz de “The Looming Tower” oldu. “Moritanyalı” gibi yine 11 Eylül saldırısı etrafında gelişen bir başka hikaye. Bu tür hikayelerdeki Müslüman-Hıristiyan ayrımı hakkında neler düşünüyorsunuz?
- Çok büyük bir soru ve keşke basit bir cevabı olsaydı. Bence hatırlatmamız gereken şey şu: Teröristler bir avuç insan ve çoğu da Müslüman değil. Araştırma yaptığınızda ve İslam hakkında daha çok şey öğrendiğinizde, İslamiyet’in tamamen barışla ilgili olduğunu, hatta tüm dinlerin aynı yapıda olduğunu anlarsınız. Hıristiyan, Musevi ya da Müslüman, kardeş olmalıyız. Sevgi ve barış arayan insanlar olmalıyız. Ayrılıkları hafifletmek için ne yapabiliriz bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. Sanırım felsefi bir mesele...
Korkular tarafından yönlendirilmemek gerekiyor. Daha çok bağışlamak, affetmek ya da senin gibi olmayan, sana benzemeyen, senin geldiğin yerden gelmeyen birini anlamaya çalışmak iyi bir başlangıç olur gibi...
BU DİLLERİ ÖĞRENMEM GEREKİYORDU
◊ Kaç dil konuşuyorsunuz?
- Üç, Arapça, Fransızca ve İngilizce. Bütün bu dilleri öğrenmem gerekiyordu. Fransızca zaten ana dilim. Cezayir asıllı olduğum için evde Arapça ile büyüdüm. Zaten farklı dilleri her zaman sevmişimdir. İngilizce ise dünya dili. Dinlediğimiz müzikten izlediğimiz filmlere her şey İngilizce. Bir Amerikalıyı alıp ona “Fransızca öğrenmelisin” dersen alakasız ve zor olur. Çünkü bizler seyahat ederken, müzik dinlerken ya da film izlerken zaten bir şekilde İngilizceyi kullanıyoruz. “The Looming Tower” dizisinde Ali Soufan’ı canlandırmam gerektiğinde günde 4 saat, 3 ay boyunca her gün bir dil koçuyla çalıştım ve o zamandan beri de İngilizceye devam ettim.
Paylaş