Paylaş
Bill Skarsgard
HAYALET GİBİ GÖRÜNMEKTEN MEMNUNUM
◊ “It”te canlandırdığınız Pennywise’dan sonra yine bir Stephen King projesi olan “Castle Rock”ın gizemli karakteri The Kid ile karşımıza çıktınız. Nedir bu tür yapımlarda sizi çeken?
- Aslında ilk başta bu proje ile ilgili bana ulaştıklarında isteksizdim... Stephen King’in romanından uyarlanan “It”in ikinci filminin çekimlerini yeni bitirmiştim. Bana dizi için ulaştıklarında her şeyi gizli tutuyorlardı. Senaryoyu okumama bile izin vermemişlerdi. Ben de senaryosunu okuyamadığım bir projenin parçası olmak istemedim ama hayır da diyemiyordum. Uzun ısrarlar sonunda senaryoyu okumama izin verdiler. Okuduğum en güçlü senaryoydu diyebilirim. Diğer yaptığım Stephen King projesinden tamamen farklıydı. Dizide yaratılan dünya yeni ve orijinal... Dizinin yaratıcılarına hadi hemen başlayalım dedim.
◊ Oynadığınız karakter “The Kid” sırlarla dolu bir hücre mahkumu. Kötü bir karakter bence. “It”teki Pennywise da kötü bir karakterdi. “Kötü” kavramı size ne ifade ediyor?
- Doğru! The Kid aldatıcı bir karakter. İçinde saklı olan gizliliği ve gizemi fark etmek zaman alıyor... Pennywise’a gelirsem, şeytani ama kendinin kötü olduğunu düşünmeyen bir karakter. Zaten kötüler kendilerini hiçbir zaman kötü görmüyor. Onlara göre yaptıkları her şeyin bir sebebi var ve doğruyu yapıyorlar.
◊ Peki hücre hapsine mahkum insanlar hakkında araştırma yaptınız mı?
- Yaptım... Dizideki karakterim çok uzun zamandır hücrede. Uzun zaman hücrede yaşayınca diğer insanlarla iletişim kurmak zor oluyor. Dışarı çıkınca karşıdaki insanın gözüne bakmak bile işkence gibi gelebiliyor. Amerika’da hücre hapsi maalesef oldukça yaygın. Bence kaldırılmalı çünkü hücre hapsi de bir işkence formu ve insanlar üzerindeki psikolojik etkileri korkunç. Biz insanlar, sosyal hayvanlarız. Diğer insanlarla etkileşim kurmak zorundayız. Bizi bu durumdan mahkum ettiklerinde çok garip şeyler oluyor, sonuçları delirmeye kadar gidiyor. Zaten bu insanlar gerçek dünyaya geri döndüklerinde çoğu zaman ayak uyduramıyor. Dışarı çıktıklarında binlerce kişinin izlediği bir sahnedeymiş gibi hissediyorlar.
◊ Kilo da verdiniz rol için...
- Daha önce fiziksel değişim yaşamam gereken bir rol hiç olmamıştı. “Caste Rock” fiziksel değişim yaşadığım ilk projemdi ve ben bu değişimi çok sevdim. Bu tarz rollerle devam etmek istiyorum. Rolden role yaşadığım fiziksel değişim beni daha çok tatmin edecek gibi geliyor. The Kid’e dönersem; çok uzun zaman hücrede olan karakterin zayıf olması gerektiğini düşündüm. Kilo verince insanların yüzleri değişiyor, gözler büyüyor, yüzdeki kemikler ortaya çıkıyor. Bu karakter de öyle olmalıydı... İyi ki kiloları verdim, bir hayalet gibi görünüyorum, elde ettiğim sonuçtan mutluyum.
TELEFON KAMERASININ OLMADIĞI DÖNEMDE BU İŞİ YAPMAK İSTERDİM
◊ Stephen King romanları ile aranız nasıl?
- “Castle Rock”ın yaratıcıları Sam Shaw ve Dustin Thomason tam bir Stephen King tutkunu. Her romanını ezberlemişler neredeyse... Ben “It”i yapana kadar Stephen King romanı hiç okumamıştım. “It”ten sonra tüm klasiklerini birkaç kere okudum. Yarattığı dünyalar, oluşturduğu hikayeler müthiş...
◊ Eylülde ayında gösterime girecek diğer bir projeniz “Assassination Nation” günümüzde bizi esir alan sosyal medya üzerine bir film değil mi?
- Evet film sosyal medya ve internetle ilgili. Filmde bir sürü kötü insan var. Ben ana karakter Lilly’nin erkek arkadaşı Mark’ı oynuyorum. Mark kendine güvensiz bir adam. Bu güvensizlik de Odessa’ya kötü davranmasına sebep oluyor. Küçük bir kasabada yaşayan insanların hacklenmesini ve bu durumdan kaynaklanan ilginç durum işleniyor. Sosyal medya kullanırken çoğu zaman karşıdakinin de insan olduğu unutuluyor ve yorum kısmında her türlü şey yazılıyor. Biz de filmde her gün sanal alemde yaşanan bu durumları görsel hale getiriyoruz.
◊ Şöhrete bakış açınız nasıl?
- Bazı insanlar tanınmak ister. Bu durum sağlıklı değil. Tabii ki işimizde başarılı olup daha çok insana ulaşmayı istiyoruz. Ama ben rahatsız edilmek istemiyorum. Rahatsızlıktan kastettiğim, neredeyse insandan çok kamera olması... İnsanlar uzaktan beni kameraya kaydettiklerinde fark etmediğimi zannediyorlar ama farkındayım. Tuhaf bir durum ve bunu sevmiyorum. Şöhret bu işle gelen bir şey ama babamın zamanını düşünüp imrenmeden edemiyorum. Telefon kameralarının her yerde var olmadığı dönemde bu işi yapmak isterdim.
Sissy Spacek
TÜM ROLLERi MERYL ALIYOR
◊ Hollywood’da uzun kariyere sahip bir oyuncu olarak biraz sektördeki değişimden bahsetmenizi istiyorum...
- Hollywood değişti! Önceden 3 kanal 5 stüdyo varken şimdi saymak mümkün değil. Benim gençlik yıllarımda ya televizyon oyuncusu ya da sinema oyuncusu olunurdu, artık bu durum da söz konusu değil. Her şey bir yana, televizyondaki devrim heyecan verici. Bizim gibi yaşça büyük oyuncular için eski Hollywood’da roller oldukça kısıtlıydı. Televizyonun gelişimiyle artık bu durum da değişti...
◊ Zamanında pişmanlıklarınız da olmuştur...
- Pişmanlıklarım benim kabul etmeyip başkalarının Akademi Ödülü kazandığı roller! (Gülüyor) Paul Newman bana “Yapmadığın filmler, yaptığın filmler kadar önemli” demişti. Film kariyerimde artık teklif edilen roller daha az. Çünkü Meryl (Streep) hepsini alıyor! (Gülüyor)
◊ Sizin de Stephen King ile yaptığınız ilk iş değil. “Carrie”den sonra “Castle Rock”ta yeniden Stephen King ile birliktesiniz...
- Evet. Dizide karakterim Ruth dehşetle uğraşmak zorunda kalan bir kadın. Tabii detayları burada vermeyeceğim ama dizide heyecan, gizem, gerilim sırlar bir arada... Stephen King dünyasına izleyicinin yeniden girmesi için bir fırsat.
TAM BİR İNSANSEVERİM
◊ İşe ilk başladığınız döneme göre daha çok zevk alıyor musunuz oyunculuktan?
- Genç bir oyuncuyken Barbara Stanwyck, Katharine Hepburn, Bette Davis gibi uzun bir kariyere sahip olmayı hayal ederdim. Yaşlandıkça hayatlarımız değişiyor. Hayatımızın her döneminde farklı şeyleri deneyimliyoruz. Oyunculukta da öyle, bana her iş kendimi yepyeni hissettiriyor.
◊ Oynadığınız karakterlere hazırlanırken en dikkat ettiğiniz noktalar nelerdir?
- Tam bir insanseverim. İnsana ait her şey benim çıkış noktalarım oluyor ve karakterlerde bunu yaşıyorum.
Paylaş