Paylaş
Geçen hafta tek bir elbise almak için alışverişe çıktım. Tek bir elbise... Ne kadar uzun sürebilir ki? Kararsız ve ağır tiplerden olmadığımı, hatta çok gerekli olmadıkça soyunma odası bile kullanmadığımı söylemek isterim.
Hepi topu üç mağazaya girdim ama alışveriş tam iki saat sürdü. Neden? Çünkü yalnız yaşıyorum.
İzah edeyim...
Giysi seçerken ne gibi kriterleriniz olabilir? Modeli hoşa gitsin, fiyatı bütçeye uygun ve bedeni tam olsun filan falan. Yetmez, en azından yalnız yaşıyorsanız yetmez. Yalnız yaşayan biri için en önemli kriter, fermuarın yeridir. Mastır yogi filan değilse tabii. Çünkü bu elbiseleri tasarlayanlar, ya herkesin çiftler halinde yaşadığını, ya da evinde hizmetli çalıştırdığını sanmaktadır. Fermuarları sırta yerleştirdiklerine göre öyle olmalı.
Yalnız yaşayanların tek sorunu fermuarın lokasyonu değil. Tüketim miktarı ve hızı da dört kişilik bir aileye göre ayarlanır bizde. Markete gidersiniz, hiçbir şeyi tek kişilik bulamazsınız. Mecbur limonu, soğanı fileyle, otları kocaman demetler halinde alırsınız. Paketlenmiş her şey, tek ambalajdır ve o da hiçbir zaman tek kişilik bir miktar değildir. Çaresiz alır, zamanında tüketemeyince atarsınız. Pazara gitseniz, pazarcı iki portakal isteyen adamın yüzüne garip garip bakar zaten.
Tek başınıza tatile çıkmak istersiniz, yalnız olduğunuz yetmezmiş gibi bir de otelciler vurur. Tek başınıza kaldığınız odaya iki kişilik para verirsiniz. Tek kişilik odaya bugüne kadar ülke sınırlarında rastlamadım, olan otel varsa haber versin, sırf tecrübe etmek için gidip kalacağım.
Yalnız erkeklerin ‘aile salonu’ kabusundan, damsız girilmezlerden, otobüslerde ‘bayan’ yanı fenomeninden bahsetmiyorum bile.
Tecavüz satar!
Seks satar denir ya, o işler bizde tam olarak öyle olmuyor. Bizde tecavüz, seksten daha çok satıyor. Yoksa hür girişimçilerimiz bu kadar zaman beklemez, daha iki sezon önce Fatmagül yerine Bihter’in şişmesini çıkarmayı akıl ederdi.
Müjde Ar’ın kehaneti kısmen gerçek oldu, diyebiliriz. O, henüz Fatmagül ortalarda yokken; ‘Adnan Bey gelmeden Bihter ile Behlül’ü öpüştürme oyunu’ çıktığında söylemişti; “Yakında Beren Saat’in şişme kadınını da yaparlar” diye.
Şişme kadın haberinin kaynağı pek muteber değilse de, artık haberi yayınlandığına göre ürün de çıkar. Her şey arz-talep meselesi. Ha, eğer bir deli kuyuya taş attıysa ve ben şu anda o taşı çıkarmaya çalışıyorsam da sorun yok. Testi kırılmadan verip veriştireyim, koruyucu hekimlik kapsamında ele alınsın.
Gerçi insan konuyu ne tarafından tutacağını da şaşırıyor, her yeri sapır sapır dökülüyor. Şişme kadınlar sözüm ona Fatmagül’e benzeyecekmiş, isteyen alıp Fatmagül’e tecavüz edebilecekmiş. Şimdi bunu nasıl ciddiye alacaksınız, ciddiye almayıp dalga geçseniz ağzınızda ekşi bir tat bırakmayacak mı, ciddiye almamanın vebalini nasıl taşıyacaksınız?
‘Fatmagül’e benzeyecek’ dedikleri Beren Saat aslında. 26 yaşında, gencecik ‘gerçek’ bir insan. Ama ona Fatmagül deyince, televizyon ekranında seyrettikçe masa, sandalye gibi bir şey oluyor, eşyalaşıyor. Şişme kadın gibi...
Eşyaların canı yanmaz, kalbi kırılmaz, kişisel alanı, kimliği, hakkı hukuku olmaz. O halde tecavüz hayalleri kurmak da pek sorun olmaz.
SUÇ AYNA NÖRONLARDA
Acaba şuur kaç derecede buharlaşıyor diye merak ederken, Psikiyatr Prof. Kerem Doksat’ı aradım. Bana bütün suçun ayna nöronlarda olduğunu anlattı. Ama pozitif işleyen ayna nöronların olumsuz işlemeye başlamasının toplumsal nedenleri var:
“Hepimizin beyninde ayna nöronlar denen, bize sosyal empati kazandıran sinir hücreleri var. Bu ayna nöronlar başkalarının acılarının, sıkıntılarının, keza mutluluk ve sevinçlerinin farkına varmamızı sağlar. Pozitif empatiyle onların duygularını paylaşmak ve gereken insanca tepkiyi vermek en doğrusu. Fakat Türkiye’de temel güvenlik ve güven duygusu ortadan kalkmış vaziyette.
Bu kadar bunalım içindeki toplumlarda ve o toplumları oluşturan bireylerde ayna nöronlar sayesinde yapılan empati tersine döner, olumsuzlaşır ve başkalarının acılarından ve üzüntülerinden haz duyma ve aynı şekilde sevinçlerinden, mutluluklarından rahatsız olma şeklinde bir tablo ortaya çıkar. Bu da hepimizin içinde bulunan en ilkel iki içgüdünün; cinsellik ve saldırganlığın süzülmeksizin yüzeye çıkmasıyla karakterize edilir. Savaş ve toplumsal kaos durumlarında bütün kültürlerde bu tip şeyler artıyor. Benim şu andaki klinik gözlemlerim de bu yönde.”
Paylaş