Hayatın anlamına vakıf olmak

Mutluluk reçetelerini test etme çabası devam ediyor. Bu hafta felsefeden medet umuyorum...

Yine soru aynı, insanı ne mutlu eder?
Hayatın anlamını bulmak olabilir mi?
O zaman önce ve kesinlikle filozoflara başvurmak lazım.
Örneğin Schopenhauer’e... Kendisinin ‘Hayatın Anlamı’ adlı bir eseri de bulunmakta.
Evet, kabul ediyorum. Bu karamsar Alman filozof, pek de iç açan teorilerle ünlenmiş biri değil.
Ama mutluluk her zaman pembe bir pakette gelmez, değil mi?
Yani siz kahrınızdan ölürken, biri gelip uçuşan kelebeklerden, çiçek böcekten, hayatın yaşamaya değdiğinden filan bahsetse hepten sinirleriniz harap olabilir.
Oysa dünyanın diğer ucunda birinin sizinle aynı acıyı çektiğini, aynı şeyleri dert ettiğini bilmek iyi gelebilir. Bir tür schadenfreude (başkalarının mutsuzluğundan mutlu olmak) değil bahsettiğim. Daha ziyade yalnız olmadığını bilmek.
Schopenhauer’e göre mutsuzluğumuza, acılara, zorluklara şükretmeliyiz. Yoksa bu sefil hayatı nasıl sürdüreceğimizi bilemezdik. Hayatta kesin olan mutluluk değil ıstıraptır.
Bu size bir tür rahatlama hissi vermiyor mu?
Mutluluk hayat boyu peşinde koşup, nadiren yakaladığımız ama önümüzde hep duran ve idealize edilen bir hedef. Elde edemezsek kendimizi eksik hissettiğimiz... Ama bir adam çıkıp diyor ki, mutluluk denen şeyi bu kadar da kafana takma. Esas olan mutsuzluk ve zorluklar. Mutlu olanlar ya yalancı ya da istisnadır. Mutluluk her zaman gelecekte, değilse geçmiştedir. İçinde bulunulan an, küçük bir kara buluta benzetilebilir. Bir insanın hayatının mutluluğu, onun neşesi ve zevkleriyle değil, fakat onun için müspet şeyler olan keder ve ıstırabın yokluğuyla ölçülür.
Sizi bilmem ama benim sırtımdan koca bir yük kalkıyor her okuduğumda.

Sinemada sinir bozan 5 şey

* SALON TARAFINDAN REHİN ALINMAK: Vaktiniz bolsa, o gün için tek programınız sinemada film izlemekse fark etmeyebilirsiniz, fakat her seferinde sinema salonları tarafından rehin alınıyoruz. Açıklayayım... En son Siyah Kuğu’yu izlemek için sinemaya gitmeye karar verdim. Fakat ucu ucuna bir program, çıkınca bir yemeğe katılmam lazım. Film 18.00’de başlıyor, 108 dakika sürüyor. 10 dakika da ara ekledin mi eder sana 118, bilemedim 120 dakika. Demek ki 20.00’de salondan çıkmış olmam lazım. Böylece yemek randevusunu 20.30’a verdim. Fakat ne oldu? Film tam 20 dakika geç başladı, ara tam 25 dakika sürdü. Bir ara filmin sonunu görmeden fırlasam mı diye bile düşündüm. Nedir gecikmenin nedeni? Reklamlar. Bir de sizi oyalamak için bin türlü yol bulmuşlar. Önce ışıklar açıkken reklam izletiliyor, sonra ışıklar kısılıyor, siz sanıyorsunuz ki film başlayacak. Gerçekten de sonraki programdan fragmanlar gösterilmeye başlanıyor. Herkes yerine oturuyor. Hop, yeniden başlıyor reklamlar. Bir ara avazım çıktığı kadar bağıracaktım. Bunun adı izleyiciyi rehin almaktır. Bilete dünya kadar para veriyorum zaten, neden zorla reklam izletiyorsunuz? Sinema bileti fiyatının altında sahnelenen tiyatro oyunları var. Ondan sonra neden sinema izleyicisi salonlardan kaçıyor, neden herkes evde DVD izliyor diye düşünür durursunuz.

* SÜREKLİ BİR ŞEY ATIŞTIRAN İZLEYİCİ: Sanırsınız film izlemeye değil, karınlarını doyurmaya ya da karanlıkta piknik yapmaya gelmişler. Filmin ilk yarısı patlamış mısırın bitmesini beklemekle geçer. Niyeyse o mısırı da, filmin en sakin sahnesinde poşetten alıp ağızlarına atarlar. Mideye inişine kadar tüm prosesin çıkardığı sesi duyarsınız. Sonra kutu kola ya da meyve suyu açılır. Ardından tatlıya geçilir. Film bittiğinde yemek de bitmiştir.

* CEP TELEFONUNDA UZUNLARI YAKANLAR: Telefonun sesini kısmakla üzerine düşeni yaptığını düşünen tiplerdir ve sayıları azımsanmayacak kadar fazladır. Karanlık salonda sık sık uzunları yakarak saate, e-postalara, twitlerine bakar, mesajlaşırlar.

* HİPERAKTİFLER: Yanınızda ya da arkanızda oturuyorsa yandınız. Sürekli kıpırdar, çantasını karıştırır, bacaklarını sallar, yanındakiyle konuşur. Bu arada sürekli sizin koltuğa çarpar. Hiçbir şey yapamıyorsa koltuğun bir sağına bir soluna yaslanır. Varlığını unutmak, görmezden gelmek mümkün değildir.

* JENERİK AKMAYA BAŞLADIĞI AN AYAKLANANLAR: Arkadaşım şurada oturmuş, en az bir buçuk saattir bir hikaye seyrediyorsun. Birilerinin hayatına girdin; acısını, deliliğini, mutluluğunu, yıkımını, hırslarını izledin. Birileri aşık oldu, birileri sevişti, birileri öldü... Bunca olup biten hiç mi değmedi sana? Hiç mi gözünün önünde olup biten şey üzerine kafa yorma ihtiyacı hissetmiyorsun? Hiç mi sarsılmadın? Hadi hepsini bir kenara bıraktım; jenerik müziği de mi ilgini çekmedi? Madem sinema seni bu kadar ilgilendirmiyor, neden geldin? Neden önümde çivisiz tahta perde gibi dikiliyorsun? Bırak en azından ben tadını çıkarayım jeneriğin. Çıkarken çantanı kafama geçirip ayağıma basma bari.
Yazarın Tüm Yazıları