Bu hafta İngiliz televizyonlarının dört ünlü kadın yıldızı, sektörde yaş alan kadınlara uygulanan ayrımcılığı protesto etmek için soyundu.
Kişisel olarak, yaş-imaj-beden algısı meselelerinde soyunmanın bir protesto yöntemi olarak benimsenmesinden hoşlanmıyorum. Karşı çıktığınız görüşle aynı dili üretmekten başka bir şey yapmıyorsunuz çünkü. Bu dört kadının fotoğrafı da bana hiç yaşıyla gurur duyan ve kusurlarını göstermekten çekinmeyen kadının görüntüsü gibi gelmedi. Ne sarkmış bir meme, ne kırışmış bir yüz vardı. Son derece çekici dört çıplak beden gördüm sadece. Ha meseleniz tutuculuk, kadın bedeninin saklanması, orta sınıf ahlakının hâkimiyeti filandır, soyunursunuz. Onu anlarım. Ama bu “Bakın hepimizin mihrabı yerinde” teşhirinden başka bir şey değil. Fakat neticede bize söylenen, bu eylemin, kadının yaşlandıkça dışlanmasının protestosu olduğu. Bu noktadan devam edelim. Hayatın 35 yaş sonrası kadınlar için güllük gülistan olduğunu, gönül rahatlığıyla yaşlanmamıza, bunu doğal bir süreç olarak kabul etmemize izin verildiğini iddia edecek değilim. Fakat bu yaş ve gençlik saplantısından midesi bulananların sayısı eskisine göre daha fazla. Üstelik aralarında gençler de var. Geçen hafta İngiliz The Observer gazetesinde bir başka haber vardı. Kadında beyazlayan saçın moda olmaya başladığı iddia ediliyordu. Çünkü genç kadınlar doğal görünüme yönelmişti. O kadar ki, Marks & Spencer ile Clarks markaları yeni reklam çekimlerinde 40 ve 50’li yaşlarında, saçları beyazlamış modellere yer vermişti. İşimiz yine gençlere kalmış, Allah razı olsun. Ertesi gün Vanity Fair dergisinin ekim sayısını karıştırırken iki reklam dikkatimi çekti. Kate Winslet ile çalışan St. John ilanı ile Jones New York markasının ilanı. Kate Winslet’in göz çevresindeki çizgiler olduğu gibi görünüyordu. Diğerinde de 40 yaşlarının sonunda gibi görünen bir model tüm doğal yüz hatlarıyla fotoğraflanmıştı. Tünelin sonunda ışık var galiba.
Bienali Türk gibi gezmek
Faouzi Laatiris’in ‘Yüz Yüze’ isimli işinin parçası olan aynada saçını düzeltmek. Kutluğ Ataman’ın ‘Askerliğe elverişsizdir’ raporuna Mona Lisa ilgisi göstermek, önünde kalabalık oluşturmak. Mungo Thomson’ın ‘Time’ isimli çalışmasında, ünlü derginin saniyeden daha yüksek bir hızla değişen gelmiş geçmiş kapaklarında Atatürk’ü görmeye çalışıp şaşı olmak. Wilfredo Prieto’nun ‘Siyaseten Doğru’ isimli yapıtında kullandığı, kesilerek küp haline getirilmiş karpuzun sinek yapıp yapmadığını merak etmek. Ali Kazma’nın ‘O.K’ isimli video işinde, bir balya kâğıdı müthiş bir hızla damgalayan adamın görüntüsünün mümkün olup olmadığını düşünmek, videonun hızlı oynatılıp oynatılmadığını merak etmek. Wael Shawky’nin ‘Haçlı Seferleri Kabaresi: Korku Gösterisi Dosyası’ isimli, kuklaların oynadığı filmine gişe canavarı ilgisi göstermek. Filmde Türklerin bahsi geçtiğinde heyecanlanmak. Kirsten Pieroth’un ‘Dünya Haritası’ isimli eserinde Türkiye’yi bulup diğer ülkelerle yüzölçümünü kıyaslamak, Kanada ve Rusya’nın büyüklüğü karşında şaşkınlığa uğramak. Nazgol Ansarinia’nın ‘Tebriz Halısı’na bakıp, “Bizde de vardı bu halının aynısından” sohbeti yapmak. Sergiyi bırakıp Antrepo 3’ün önüne demirleyen kruvaziyer gemilere bakıp, ‘Ah o gemide ben de olsaydım’ hayalleri kurmak. Not: Bu tespitler defaten yapılan Bienal ziyaretlerinde sürdürülen gözlemler sonucu elde edilmiştir.
Görevlilerin okuma listesi
Gözlem yapacağım diye ortalıklarda dolaşırken, üniversite öğrencilerinden oluşan görevlileri de takip etmeye başladım. Hatta bir-ikisi kendilerini takip ettiğimi fark edip beni takip etmeye başladı. Stalker olduğumu sanmış olabilirler. Bütün derdim de okudukları kitabın ne olduğuna bakmak. Özellikle ortalığın boş olduğu saatlerde, vakit geçirebilmek için hepsi kitap okuyor. İşte 20’li yaşlardaki görevlilerin okuma listesi: Tutunamayanlar, Mülksüzler, İlahi Komedya, Fahrenheit 451, Patti Smith-Çoluk Çocuk. Klasikler ve kültler. Benim o yaştayken okuduklarımın aynısı. Değişmeyen şeyler olması güzel.