Yılın kişisi seçilecekse tamamen farklı bir adayım var. 65 yaşında bir kadın. Hayatının 15 yılını ev hapsinde geçirmiş, kocasının cenazesine bile gidememiş bir özgürlük sembolü
Yılın bu zamanı listeler patlama yapıyor: Yılın icadı, yılın olayı, yılın skandalı, yılın adamı... Herkes birtakım seçimler yapıyor ve bunları duyuruyor ama özellikle bazıları merakla bekleniyor, tarihe not düşüyor. Bunlardan biri de Time dergisi. 24 Mart 1923’te Atatürk’ü de kapağına taşıyan dergi, her yıl bir kişiyi yılın insanı seçiyor. Seçimden haftalar önce okuyucular oy kullanmaya başlıyor. Bu yıl Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, uzun süre önde götürdü mücadeleyi. Son düzlükte Wikileaks’in kurucusu Julian Assange ani bir atakla öne geçti. Anket bittiğinde, okuyucular Assange’ı 1 milyon 249 bin 425 oyla birinci seçmişti. Başbakan Erdoğan 148 bin 383 oy geride kalmış ve ikinci olmuştu. Hemen arkasından Lady Gaga geliyordu. 10. sırada ise Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg vardı. Ve beklenmedik bir şey oldu: Time, Zuckerberg’i yılın insanı seçti. Gerekçesi, yarım milyardan fazla insan arasında bağ kurmak, bu insanlar arasındaki sosyal ilişkilerin haritasını çıkarmak, bilgi değiş-tokuşunda yeni bir sistem geliştirmek, tüm bir hayat biçimini değiştirmek olarak açıklandı. Evet bu gerekçelerle biri, yılın insanı seçilebilir ama Facebook kurulalı tam 6 yıl oldu. Neden şimdi seçildi, anlamadım.
BİR ÜLKENİN UMUDU
Oysa benim tamamen farklı bir adayım var. 65 yaşında bir kadın. Hayatının 15 yılını ev hapsinde geçirmiş, kocasının cenazesine bile gidememiş bir özgürlük sembolü. Nobel Barış Ödülü sahibi bir anne. Ne kadar süreceği şüpheli özgürlüğüne henüz bir ay önce kavuşmuş bir muhalefet lideri. Adı ve başkenti sürekli değişen bir ülkenin umudu: Aung San Suu Kyi. O; eskiden Birmanya, sonra Burma, ardından Myanmar, en son da Myanmar Birliği Cumhuriyeti olarak bilinen ülkenin 1947’de suikaste kurban giden bağımsızlık kahramanı General Aung San’ın kızı. Eski başkent Rangoon’da doğdu ama gençliğinin büyük bölümü önce annesinin büyükelçilik görevleri, sonra da eğitimi nedeniyle yurtdışında geçti. Birleşmiş Milletler’de çalıştı. Kocasıyla orada tanıştı, evlendi. İki çocuğu oldu. Sonra hem ölüm döşeğindeki annesinin yanında olmak hem ülkesinin demokratikleşmesi için çalışmak üzere 1988’de Myanmar’a döndü. Uzun zamandır iktidarda olan General Ne Win’in görevi bıraktığı yıldı. Ordunun da hükümetin de başında olan olan Win görevi bırakınca halk arasında bir ümit dalgası yayıldı. Ülkenin her yerinde demokrasi isteyen kitleler sokağa döküldü. Göstericilere karşı şiddet kullanıldı. Suu Kyi, başkentte yarım milyon insana seslendi, demokratik bir hükümet çağrısı yaptı. Ne var ki cunta yönetime el koydu. Birkaç hafta sonra NLD isimli muhalefet partisi kuruldu ve genel sekreterliğine Suu Kyi getirildi. Nasıl olduysa 1990’da yapılan seçimlerde partisi yüzde 59 oy aldı ama cunta seçimleri geçersiz ilan etti. Başbakan olması beklenen Suu Kyi ev hapsine alındı. Ertesi yıl Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü. Ödülü almaya oğulları Alexander ve Kim gitti. Ödülün parasıyla halkı için bir eğitim ve sağlık fonu oluşturdu.
KORKU YOZLAŞTIRIR
Aung San Suu Kyi, son 21 yılın 15’ini ev hapsinde geçirdi. Bu süre içinde kocasını sadece beş kez görebildi. Son buluşmaları 1995 Noel’inde oldu. İki yıl sonra Dr. Michael Aris’e prostat kanseri teşhisi kondu. Cunta ne onun Myanmar’a dönmesine ne de Suu Kyi’nin kocasının yanına gitmesine izin verdi. Aris, 1999’da 53 yaşındayken öldü. Suu Kyi, eşinin cenazesine de katılamadı. Yıllarca süren diplomatik ve sivil baskılardan, hakkında yazılan kitaplardan, çekilen filmlerden, içeride ve dışarıda düzenlenen yüzlerce gösteriden sonra 13 Kasım’da serbest bırakıldı Suu Kyi. Özgürlüğünün uzun sürmemesinden korkuluyor. Oysa o en ünlü konuşmalarından birinde korkudan azade olmaktan bahsediyordu: “Yozlaşmaya neden olan güç değil korkudur. Gücü kaybetme korkusu, onu elinde tutanları yozlaştırır; gücün hışmından korkmak ise tebayı...”