Paylaş
KİMİ Afrika’dan, kimi Ortadoğu’dan evini, toprağını, köklerini bırakıp yola çıktı. 5 yıldan fazladır süren yol hikayesinde umudun yolcuları oldular.
Günlerce süren kara yolculuğunda ayakları parçalanasıya, açlıktan ölesiye kucaklarında çocukları Türkiye sınırına attılar kendilerini. Arap Baharı’ydı ama tezat bir karabasan gibi çöktü kara bulutlar Ortadoğu’nun üzerine. Afrikalıların ise çeteler kadar açlık da ülkelerini terk etme nedeni oldu. Türkiye coğrafi konumu gereği transit geçişin hedef ülkesi, köprü konumundaydı. Avrupa’ya adım atmak için önce Türkiye sınırından girdiler. Önceleri Türkiye’de kalmak için direndi çoğu. Afgan, Pakistanlı, Eritreli, Gineli binlerce mülteci, İstanbul ve İzmir gibi şehirlerde ucuz göç semtlerine yerleşti. İzmir’de geçmişte Anadolu’dan kente gelenlerin kaldığı tarihi Basmane ise zamanla mültecilerin sığınma evi oldu. İlk yıllarda Oteller Sokağı’ndaki oteller mültecilerin barınacağı durak oldu. Zamanla oteller doldu taştı. Onlara ev sahipliği yapan semt bir süre sonra doğal olarak insan kaçakçılığının merkezi konumuna geldi. İzmir’in merkez seçilmesinin nedeni Yunanistan’a kıyı tüm Ege sahillere yakın olmasıydı.
Tek yol Ege ve Akdeniz
Umut yolcularının hiç bilmedikleri denizlere açılma nedeni ise hedefleri olan Avrupa’ya geçecek başka seçenekleri olmamasıydı. Yunanistan ve Bulgaristan kara sınırlarını duvar örerek kapatıyordu. Önceleri kaçak göçmenlerin buralardan Türkiye sınırına geri itildiği iddia ediliyordu. Yunanistan göçmenlerin girişini önlemek üzere Türkiye sınırına yaklaşık 10 kilometrelik duvar ördü. Yapımına 2011’de başlanan duvar Aralık 2012’de tamamlandı. Duvar inşaatına yaklaşık 6 bin metreküp beton, 800 ton çelik ve dikenli tel harcandı. Yunanistan’ın ardından Bulgaristan da mülteci göçünü engellemek için Türkiye sınırına ördüğü duvarı uzatma kararı aldı. Duvarın 160 kilometreyi bulması planlanırken iki ülke arasındaki sınırı Kasım 2013’te inşa etmeye başladı. İşte tüm bunlar Ortadoğu ve Afrika ülkelerindeki iç karışıklık, ekonomik çıkmazlar ve iç savaşlardan kaçan göçmenleri Avrupa için tek umut olan Ege Denizi’ne itti. Libya’dan Akdeniz’e geçişi kullanan göçmen facialarının ardından Ege Denizi’nde de facialar yaşanmaya başladı.
1 yıldır Suriyeli akını
Son 1 yılda ise komşumuz Suriye’de artan çatışmalar sonrası, resmi rakamlara göre kapılarımızı açtığımız 1 milyon 800 binden fazla Suriyeli’nin sığınmasıyla Ege Denizi’ni aşıp Yunan adalarından Avrupa’ya geçmek isteyenlerin ve facialara kurban gidenlerin çoğunluğunu da Suriyeliler oluşturdu. Birleşmiş Milletler’in son açıkladığı rakamlara göre deniz yoluyla Avrupa’ya geçenlerin yüzde 45’ini Suriyeliler, Yüzde 12’sini Afganlar, yüzde 8’ini Eritreliler, yüzde 4’ünü Nijeryalılar, yüzde 3’ünü Iraklılar, yüzde 3’ünü Somaliler, yüzde 2’sini Sudanlılar, yüzde 2’sini Gambialılar, yüzde 2’sini Bangladeş ve Senegalliler oluşturdu. 2015’te şu ana kadar Ege ve Akdeniz’den 366 bin 402 göçmen deniz yoluyla Avrupa’ya geçti. Bunların 244 bin 855’i Türkiye’den Ege Denizi’ni kullanarak Yunan adaları yoluyla, 119 bin 500’ü ise Libya ve diğer ülkelerden Akdeniz’i kullanarak İtalya’dan girdi. 2015’te denizde hayatını kaybedenlerin sayısı ise şu ana kadar 2 bin 800 olarak açıklandı.
22 YILDA 30 BiNi AŞKIN iNSAN ÖLDÜ
Akdeniz ve Ege üzerinden Avrupa’ya ulaşmaya çalışırken hayatını kaybeden göçmenlerin sayısı tablonun vahametini ortaya koyuyor.
İç savaşlar ve terörle daha da istikrarsızlaşan Ortadoğu ve Afrika’dan kaçmak isteyen göçmenlerin sayısı arttıkça can kayıpları da artıyor.
1993-2015 yılları arasında Akdeniz’de hayatını kaybeden göçmenlerin sayısı 30 binden fazla.
DÜNYADAKİ EN BÜYÜK KRİZ
Suriye’deki çatışmadan komşu ülkelere kaçan mültecilerin sayısı 4 milyonu geçti. Resmi kaynaklar bu durumun neredeyse çeyrek yüzyıldır dünyadaki en büyük mülteci krizi olduğunu teyit ediyor.
36’SI BEBEK 63 KiŞi EGE’DE CAN VERDi
6 Eylül 2012... İzmir’in Menderes ilçesine bağlı Ahmetbeyli’deki Baradan Koyu... 102 göçmenin bindiği ‘Sailor’ isimli motor yat kıyıdan daha açılmadan kayalara oturarak battı. Faciada kamaralara ve makine dairesine kilitli 36’sı bebek ve çocuk 63 kişi yaşamını kaybetti. Türkiye’deki en büyük facialardan biri olarak hafızalara kazındı. Onlar kurtulmayı, hayatlarını değiştirmeyi umut ettikleri yolculuğun kurbanı oldular. Gün daha ağarmadan hiç bilmedikleri bir kıyıya indiler. O kıyıdan onları ölüme götürecek binlerce dolarlık bir tekneye bindiler. Kıyıdan daha uzaklaşamadan, ne olduğunu bile anlayamadan ölüme gittiler. Özgürlüğe açıldıklarını düşünürken, kilitli kapılar ardında sonsuzluğa daldılar. O günlerde aldığımız özel izinle, faciadan 3 gün sonra teknenin enkazına dalış gerçekleştirip haberleştirdik. O dalışta yaşadıklarımız hayatımız boyunca hiç silinmeyecek kareler olarak kaldı.
TÜYLER ÜRPERTEN DALIŞ
Sailor maviliğin ortasında beyaz bir tabut gibi duruyordu. Dalış yaptığımız ekip kurtarma çalışmalarına da katılmıştı. O gün yaşananların etkisinden hâlâ kurtulamadıklarını anlatıyorlardı. Bulunduğumuz kıyının deniz yüzeyinin cesetlerle dolu olduğunu, ancak en çok anne ve bebek cesetlerinden etkilendiklerini söylüyorlardı. Hazırlıkları yaparken, onlarca insana mezar olan tekne altımızda bembeyaz, upuzun uzanmış duruyordu. Dalış başlamadan önce teknenin daha açılmadan birkaç dakika içinde kayalıklara oturarak battığını net görebiliyorduk. Çoğunluğu kadın ve çocuk olan ölüm yolcularının nasıl pisi pisine bir faciayla bırakıldıklarını anlıyorduk. 5-10 kulaçla yüzme bilmeyen bir insanın kendini kıyıya atabileceği mesafede batmıştı tekne. Denize girer girmez, tekne hemen dibimizde sanki hiçbir şey olmamış gibi duruyordu. Sadece içindeki umut yolcuları yoktu artık. Kayalıkların üzerinde, 7-8 metre dipte duran yatın görüntüsü korku filmi sahnelerini anımsatıyordu. İçeri ilerlediğimizde ilk katın hemen girişinde bir mutfak, mutfağın hemen ilerisinde 3 kamara vardı. İşte, çoğunluğu kadın ve çocukların kilitlendikleri ve ölüme gittikleri yer burasıydı. Buraya 60 kişinin sığması imkansız gibiydi. Kurtulanların çoğu kaptan köşkünde yukarıda bulunanlardı. Çünkü kamaralardaki çocuk ve kadınlar kilitlenmişti. İçinden bulduklarımız ise bugünkü göçmen çantalarının içindekilerle aynıydı. Sanki o çantaya bir hayat sığmış gibi onlarca küçük eşya çıkıyordu. Bir mavi tespih, bir haç, birkaç çocuk oyuncağı, ağrı kesiciler, deniz tutmasına karşı ilaçlar, çocuk boğaz damlaları, başörtüsü, dua kitabı, not defteri, işaret fişeği, mızıka, kimlikler... Yakalanan organizatörler ise tıpkı bugünküler gibi Türk ve Suriyelilerden oluşuyordu.
YARIN: 5 YILDA KAÇIŞ YÖNTEMLERİ NASIL DEĞİŞTİ?
Paylaş