Paylaş
İzmir Barosu Kadın Hakları Danışma ve Hukuk Araştırmaları Merkezi Koordinatörü Ayşegül Altınbaş, “Aile mahkemelerinde, şiddet görenlere yönelik verilen tedbir ve koruma kararları, ‘Verelim de, vermedi denmesin’ gibi bir uygulamaya dönmeye başladı” diyor. Altınbaş, ilginç karar örnekleriyle, aslında şiddet mağduru ve risk altındaki kadınların nasıl korunamadığını anlatıyor...
ONLAR gece-gündüz demeden, ‘başka kadınlar da ölmesin’ diye çabalıyor. Dava açmalarına, koruma kararı çıkartılmasına kadar birçok hukuki destek veriyor. ‘Kadınlar şiddet görmesin’ diye acıları yükleniyor, kimi zaman beraber gülüyor, kimi zaman da birlikte gözyaşı döküyor. Şiddet gören, korkan, tehdit alan kadın sayısı o kadar çok ki; yetişemediklerinde başka meslektaşlarını da yardıma çağırıyorlar.
Şiddet mağdurlarına hukuki destek amacıyla kurulan İzmir Barosu Kadın Hakları Danışma ve Hukuk Araştırmaları Merkezi’nde 300’e yakın avukat nöbetleşe çalışıyor. Ama şimdi onlar da dertli, adeta isyan ediyor. Merkezin Koordinatörü, İzmir Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Ayşegül Altınbaş, “Aile mahkemelerinde şiddet görenlere yönelik verilen tedbir ve koruma kararları, ‘Verelim de, vermedi denmesin. Defi bela’ gibi bir uygulamaya dönmeye başladı” diyor ve ilginç karar örnekleriyle, aslında şiddet mağduru ve risk altındaki kadınların nasıl korunamadığını anlatıyor...
Kadına yönelik şiddeti önlemek amacıyla yürürlüğe giren, martta bir yılı dolduran yasa memnun edici sonuçlar vermeye başladı mı?
- Olumlu sonuçları elbette görüyoruz. Ancak, aile mahkemelerinde şiddet görenlere yönelik verilen tedbir ve koruma kararları, “Verelim de, vermedi denmesin. Defi bela” gibi bir uygulamaya dönmeye başladı. Evet, yeni yasa çıktı ama uygulamada neler oluyor? Elimde yüzlerce insanı çaresiz bırakan karar var. Uzaklaştırma kararlarını yeterli bulmuyoruz. İki aylık, bir aylık uzaklaştırma kararları var. Bunlar hiçbir işe yaramıyor. Hatta sekiz günlük bir karar bile var elimizde. Genele baktığımızda, mahkemelerde uzaklaştırma kararlarını iki aya fiksleme gibi bir durum oluşmaya başladı sanki. Bu son derece üzücü.
Evrak aşaması 1.5 ay
Uygulamayı baştan ele aldığımızda sistem nasıl işliyor? Önce ona bakalım mı?
- Yasanın en büyük önleyici uygulamalarından biri koruma kararları. Koruma kararları sadece şiddet gören kadınlar için değil, ailenin tüm bireyleri için geçerli. İçlerinde yaşlıya, ablaya yapılan zulümler de var. Koruma kararını ihlal ederseniz, disiplin cezası alırsınız. Yani ısrarla eylemine devam eden, takip eden durumlarda disiplin cezası, hapis cezası verilir. Disiplin hapsinin gündeme gelebilmesi için önce aile mahkemesine başvuruluyor. Mahkeme, kararını iki–üç gün içinde verip savcılığa gönderiyor. Savcılık, bu kararı karakola yolluyor. Bu sürece en iyi ihtimalle bir hafta diyoruz. Karakolun bu kararı şahsa tebliğ etmesi gerekiyor. İşte kimi zaman burada takılabiliyor. Çoğu zaman şiddet uygulayanla karakolun arası iyi olabiliyor. Karakol bulursa ancak tebliğ ediyor. Ama yine de en uzun burada oyalanıyor. En iyi ihtimal iki hafta dersek, iki hafta da şahsın itiraz süresi var. Bu itiraza bir hafta içinde de aile mahkemesinin karar vermesi gerektiğini düşünürsek en iyi ihtimalle evrak aşaması 1.5 ay sürüyor. Dolayısıyla 1.5 aylık koruma kararlarının hiçbir anlamı kalmıyor.
Hiçbir işe yaramayacaksa koruma kararları neden böyle kısa süreli veriliyor ki?
- Bu durumun böyle olduğunu hakimlerin bilmemesinin ihtimali yok. Hepsi yılların hakimleri. Peki niçin iki aylık, 8-15 günlük kararlar veriyorlar? Bu kararların hiçbir yaptırımı olmadığını bilmiyorlar mı? Zaten her hakim de bu anlattığım gibi karar vermiyor. Aile mahkemelerine tedbir ve koruma kararları ile ekstra yük bindirdiler. Zaten ciddi anlamda yoğunlukları vardı. Anlıyorum bunu. Ama burada hayat söz konusu. Hayatları kararan, hayatlarını kaybetme riski olan insanlar var. İş yoğunluğu çok olabilir. Ama siz söyleyin, bu ülkede adalete güvenemeyeceksek neye güveneceğiz? Mahkemeler maalesef memur mantığıyla yürütülemiyor. O mahkemenin özelliğine uygun karar vermek gerekiyor. Bunu başka türlü açıklayamıyorum. “Defi bela” diyorlar sanki. Ama bunu da hakimlere yakıştıramıyorum. Ya kötü sonuçlar doğurursa?
Evrak üstünden bakıyorlar
Peki, bir usul yok mu? Ona uyulması gerekmiyor mu?
- Hakimlerde çabuk karar vermek adına böyle bir davranış gelişti. Celse açıp tarafları dinleyebilirler. Mağduru, tanıkları çağırmalarını talep ediyoruz. Maalesef dinlemekten kaçınıyorlar. Bir-iki gün içinde karar verilmesi gerekiyor. İş yükü nedeniyle çok vakit ayrılamıyor. Bu yüzden de ancak evrak üstünden karar verilebiliyor. O zaman hakim dilekçeye bakıyor, iyi yazıldıysa iyi bir karar çıkabiliyor. Ama dilekçede eksik, hatalar varsa... Çoğu ekonomik düzeyi düşük insanlar. Adliyeye gelecek parayı zor buluyor. Çoğunlukla arzuhalciye yazdırıyor. O da haliyle eksik oluyor. Hakimler de dilekçe üstünden karar verdiği için böyle kararlar çıkıyor.
Zaman zaman umutsuzluğa kapıldığınız oluyor mu?
- Biz bu merkeze çok emek verdik. Hiçbir karşılık beklemeden çalışıyoruz. Sürekli bir yere toslamaktan çok bunaldım. Ama yine de yılmak yok, mücadeleye devam. Yılmayız ama yine de böyle kararlarla karşılaşmak da istemiyoruz. Adalete ulaşamıyorsan, adalet yoksa, hızlı sonuç alamıyorsan, o ülkede esenlik yoktur. Aile mahkemelerine çok yük düşüyor. Ama bu bizim sorunumuz değil. Gaz bombalarına, fişeklerine milyonlarca lira harcanabiliyorsa; mahkemelere, hakimlere, personele de harcanabilir. Personel azlığı, iş yükü fazlalığı ne yurttaşın ne bizim sorunumuz.
Gözlerine bakamıyoruz
Peki, şiddet mağduru kadınlar? Onlar için nasıl bir hayal kırıklığı oluyor bu kararlar?
- İki yılda aldığımız başvurular bini aştı. Bu karalar sonrası kadınların durumları çok trajik. Bazılarının ciddi psikiyatrik sorunları var. Ancak hiçbir kurum kabul etmiyor. Ne Şiddet Önleme Merkezi (ŞÖNİM) kabul ediyor ne Sağlık Bakanlığı. Örneğin; 15 yıldır dayak yiyen kadın bir gün o zincirini kırıyor, bize geliyor. Biz de bir coşkuyla hazırlık yapıyoruz. Burada 200-300 arkadaşımızla bunun için çalışıyoruz. Bir karar geliyor, hayal kırıklığı... Sadece iki ay uzaklaştırma verilmiş. O an o kadının gözlerine bakamıyoruz. “Böyle mi olacaktı?” diyor. Oturup çok birlikte ağlamışlığımız var. Bu kadınlar çoğunlukla yalnız da değil. Çocukları var. Bir umut çıkıyorlar ama hem kendilerinin hayatı kararıyor hem de çocukları böyle bir ortamda geleceğe hazırlanıyor.
Ne yapılmalı? Siz ne talep ediyorsunuz?
- Arzumuz, tüm hakimlerin titiz davranması... İnsan onuruna uygun karalar bekliyoruz. Aile mahkemesi yerine, şiddete yönelik ihtisas mahkemeleri kurulabilir. Çok da maliyetli değil devlet için. O zaman her olayı detaylı inceleyebilir. Tanıkları, tarafları dinleyebilir, yerinde incelemede bulunabilirler. Biz İzmir Barosu olarak burada böyle bir birimi yürüttükten sonra Adalet Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyeti bunu neden yapamasın? Biz her başvuruya zaman ayırıyoruz, yetişemediğimiz zaman meslektaşlarımızı yardıma çağırıyoruz. Tasarruf edilebilir bir konu değil bu. Bir gün bizi de hepimizi de vurabilir...
Altı ay bitsin seni öldüreceğim
Bir başvurucumuzun kocası sürekli silahı kadının başına dayıyor, ağzına sokuyor. Ama hiç kullanmıyor. Belli ki tehdit amaçlı o silahı kullanıyor. Hiç kullanmadığı ve sıkmadığı için çok ciddi bulunmuyor. Silahı alınsın diye talepte bulunuyoruz. Ama alınmıyor. Sadece altı ay uzaklaşma veriliyor. Kocası, başvurucuya, “Altı ay bitsin seni öldüreceğim” diyor. Altı ay bitince bir altı ay daha istiyoruz, sadece iki ay uzatılıyor. Çünkü hakim bakıyor, ‘Altı ayda bir şey yapılmamış. O zaman yapmaz’ diye düşünüyor. Altı ayda öldürmemiş olması, bir gün öldürmeyeceği anlamına mı geliyor?
Tanığı dinlemedi ‘Delil yok’ dedi
Kadın kocasından sürekli dayak yiyor. Kocası, zorla cinsel ilişkiye zorluyor. Dilekçede, “Komşularım çığlıklarımı duyuyor, tanık olacaklar” diyor. Hakim, “Tanık getir” diyebilir. Ama demiyor. Ve sonunda delil yok diye sadece iki ay uzaklaştırma veriliyor. Bunların hepsi iş yoğunluğu, personel azlığı olabilir. Ama bu, canını kaybetme korkusu yaşayan kadını ne kadar ilgilendirir?
“Kaç saklan” tavsiyesi
Elimizde bir başvurucumuz için alınan bir karar daha var. Kadın iletişim araçlarıyla sürekli rahatsız ediliyor. Bununla ilgili tedbir aldıramıyoruz. En büyük sıkıntımız, “Engelle” gibi yorumları oluyor. Bazı durumlarda da, “Kaç saklan. Yok mu annen baban?” gibi tavsiyeler oluyor. Ama hukuk böyle bir şey değil.
Fotoğraflar: İrem TELLİOĞLU
Paylaş