Paylaş
Uçaklarla başladı ilk. “Baba bu uçaklar nasıl oluyor da uçuyor?”
Lisede ilişkilerle devam etti. “Anne bu çirkin kızlar bu oğlanları nasıl oluyor da buluyor?”
Üniversitede “bir ara” memleket meselelerine sıçradı.
Seyahat etme virüsünü kapınca da, kültürler arası bir boyuta taşındı.
Misal: “İspanyollar nasıl oluyor da bu kadar rahat oluyor?” ya da
“çekirdek boy 3 kişilik bir Türk ailesi, nasıl oluyor da koca İngiliz turist kafilesinin çıkaramadığı gürültüyü tek başına çıkarabiliyor?” veyahut “aynı Ege’nin kalamarı nasıl oluyor da Yunan’da bu kadar ucuz olabiliyor”.
Hep söylediğim gibi, “yıl olmuş 2011!” ve maalesef şimdilerde durum daha da renkli:
* Etrafta annelerinin yetiştirme tarzından dolayı pek çok “şehzade sultan modeli oğul” gezerken, kızların dili damağı bu kadar yanıkken, nasıl oluyor da yeni kuşak anneler oğullarını hala “anasının bi tanecik oğlu” yöntemi ile yetiştirmeye devam edebiliyor?
* CHP, İzmir’in kalesi iken nasıl oluyor da sokaktaki insan, hep bir ağızdan yerel seçimlerde bir daha CHP’ye hayatta oy vermem diyebiliyor?
* Aziz Kocaoğlu ve ekibi, nasıl oluyor da ipin ucunu nerede kaçırdığını bulamıyor?
* Çeşme’de, Foça’da, Urla’da bütün yazını sokaklarda, restoranlarda, eller havaya geçiren İzmirli; nasıl oluyor da ilk yağmur damlası ile kendini eve kapatabiliyor?
* İzmir’in taksi ücretleri her yerin iki misliyken, tüm şehir bundan şikayetçiyken ve kimse taksi kullanmazken; İzmir Taksiciler Odası nasıl oluyor da bunu görmezden geliyor ve bir indirime gitmiyor? Nasıl oluyor da taksiler bu kadar az iş yapmaya razı geliyor?
* İzmir pek çok Avrupa kentine İstanbul’dan daha yakınken, nasıl oluyor da hiç kimse, 2 saatlik yola, İstanbul aktarmalı gitmeye isyan etmeyi aklına getirmiyor?
* Havaalanlarında bir küçük çay 6 liraya, 1 kutu meşrubat 12 liraya, avuç ayası kadar börek 8 liraya satılırken nasıl oluyor da insanımız löp löp yutmaya devam edebiliyor?
* İzmirliler yaz günü İstanbullularla aşık atacağız diye Alaçatı’nın daracık sokaklarını hınca hınç doldururken, nasıl oluyor da 15 Eylül’den itibaren Alaçatı ıssız ada oluveriyor?
* Alaçatı esnafı kış aylarında işsizlikten kırılırken nasıl oluyor da bir festival, konser, sergi, etkinlik yapıp insan çekmek kimsenin aklına gelmiyor? (“ama ama ot festivali ve yılbaşı şenliği” demeyin bana, kış dediğin nereden baksan 6 ay)
* İzmirli nasıl oluyor da Foça, Karaburun, Urla, Çeşme gibi sahil beldelerine karadan sıkış tepiş gitmek yerine, denizden püfür püfür gidememeye kazan kaldırmıyor?
* Lodos ya da azıcık yağmur zamanı, sel basan Alsancak İslelesi’ne paçaları sıvayarak ya da sıvamadan çamur içinde girmeye nasıl oluyor da kimse itiraz etmiyor?
Benim son günlerde budur, arzu halim. Sizin de “nasıl oluyor da oluyor”larınız çoksa, e-posta yolu ile oturmaya da beklerim.
İlk özürüm Eda Erdem’e gelsin!
15 Ağustos tarihli “bodoslama kadınlar” yazımda Tiyatro Nienor’un “Camille” oyununu anlattım.
Oyunun yazarı Eda Erdem’den, yönetmen Kaan Basmacıoğlu’ndan, sahne tasarımcısı Aykut Beysi’den, ses ve efektlere imza atan Görkem Kiter’den, ışık tasarımcısı Onur Ergen’den nasıl olsa afişte isimleri var diye yazıda bahsedememiştim.
Yerim yoktu, ama bir kasıtım da yoktu.
Haklı olarak incinmişler. Çünkü onlar sanatçı.
Ve bu dünyada en çok sanata emekçilerinin kapris yapma hakkı var benim nazarımda.
Bin kere özür!
Paylaş