Paylaş
Anneanne evinin, bahçeye bakan cumbalı mutfağında hep tüten bir ocak... Masanın üzerindeki kesme tahtasında, bahçeden henüz toplanmış, ayıklanmış ve kıyıma hazır otlar. Anneanne ya çalan kapı ziline kalkmış olmalı ya da yan komşuyla pencerede muhabbette.
Gün batıyor. Birazdan ev halkı, bahçedeki büyük ferforje masanın başına toplanacak. Büyük dede önce bir Müzeyyen Senar koyacak taş plağa; sonra iyice efkârlanıp Rumca bir türkü tutturacak. Yavaş yavaş akşam olacak.
Bir kaç yıldır farklı ve bilinmedik Yunan Adaları’na “anneanneli çocukluğumu” aramaya giderken zihnimde hep bu görüntüler vardı. Selanik’i 2008’de, Atina’yı evvelki kış görmüştüm. Ama ikisinde de aradığım tatlar, özlediğim o koku yoktu. Çocukluğum muhtemelen “adalı” olmalıydı.
Ama bir farkla! Büyük, sosyetik, kalabalık adalarda değil. Tarifi değişime uğramamış, gerçek Akdeniz yemeklerinin hala tencerelerde ya da taş fırınlarda piştiği, ahtapotun dükkan önüne serili iplerde kurutulduğu, taze nanenin hala nane koktuğu, küçük adalarda.
Yunan neden bu kadar ucuz? Aynı denize ağ atmıyor muyuz?
En sonunda iki yaz önce 4 kız arkadaş, sırt çantalarımızı ve çekçeklerimizi yüklenerek soluğu Kuşadası’ndan her gün kalkan Sisam feribotunda aldık.
Kalacağımız ilk pansiyonu da yine internetten ayırttık, gerisini de tamamen rüzgarın akışına ve keyfimizin kederine bırakarak, yollara düştük. Bütçelerimizin “kısıtlı” olmasına rağmen; biraz deli cesaretimizden, biraz da sağdan soldan duyduğumuz “adalar’da yeme – içme çok ucuz” efsanelerine güvenerek kendimizi yollara vurduk. Rotamız şöyleydi: Sisam’da 2 gece, Naxos’ta 2 gece, sonra yine feribotla komşu ada olan Paros... Paros’ta 3 gece ve en son durak olan Amorgos Adası’nda da 2 gece. Toplam 9 gece 10 gün sürecek olan, bu tamamen “münferit” yolculuğa çıkarken, açıkçası en merak ettiğim şey; göreceğim yerlerden ziyade, cebimizdeki paranın hem konaklamaya, hem kısıtlamasız yeme - içmeye, hem plajlara, hem akşamüzeri içkilerine, hem de ufak tefek hediyelik eşya alışverişine nasıl yeteceğiydi... İnanılmaz, ama gerçek, cebimizdeki para her şeye yetti! Gerçi sadece 10’ar Euro ile ülkemiz sınırlarına döndük, ama ele güne de muhtaç olmadık.
İzmirli restoranlar kapı önlerine fiyat listelerini ne zaman koyacak?
Neden mi? Çünkü Yunanistan’da, en lüksünden en salaşına; her hangi bir restoranda, liste fiyatı haricinde bir şey yeme - içme olasılığınız SIFIR! Her hangi bir restoranda “acep ne kadar hesap gelir bize bu yaban ellerde” diye tereddüt etme riskiniz SIFIR! Hiç yer ayırtmadan gittiğiniz bir otelin size indirim değil de, “bindirim” yapma olasılığı sıfır ötesi SIFIR! Çünkü yasalardan ve cezalardan ölesiye korkuyorlar... Çünkü, adalarda yaşayan yerli halktan, 7’den 70’e herkes turizm konusunda eğitimli... Çünkü, bir turist kaybederlerse, bu kaybın onlara bir sonraki sezon, en az 10 kişilik bir kayıp olarak döneceğinin bilincindeler.
Çünkü, hayatlarını turizm yolu ile sağlıyorlar ve sırf bu yüzden ekmek teknelerine ihanet etmek akıllarının ucundan bile geçmiyor! Bu yüzden bütün sokaklar pırıl pırıl, bu yüzden pansiyonlar sakız gibi, bu yüzden tüm restoranlarda yediğiniz her şey çok lezzetli.
Düşünsenize, Yorgo’nun denizden yakaladığı balığın, midyenin, kalamarın, ahtopotun alası benim memleketimde çıkıyor. Ama benim tabağına 40 lira bayıldığım deniz levreğine Yorgo ile karısı Eleni, sadece 7 Euro ödüyor!
Sizi bilmem, ama ben kendi ülkemin, bahçesine 2 muz ağacı dikip odasına IKEA ahşap gardrop konmuş odası 5 metrekare “butik” otellerine, geceliği 500 lira paha biçilmesinden çok sıkıldım... Sizi bilmem, ama ben Yunanlı Hristo balıkçısından adam başı 15-16 Euro’ya kalkıyorken, İzmir’de adam başı 75 TL hesabı “iyi” bulmaktan da çok sıkıldım.
Kendi ülkemde, “tatil” yapamamaktan çok bunaldım!
Derdim budur...
Artık anladım ki, dermanım da yoktur!
Paylaş