Paylaş
Yağmur yağıyordu. Ben taksinin camından bakıyordum. Sabah sabah “Dilek Taşı” çalıyordu radyoda. Taksici sesi açtı. Dışarısı daha da hüzünlendi mi ne, hava daha bir karardı. “Ferdi abi de gitmiş” dedi taksici. “Bu Ocak da ne ölüm yaptı be kardeşim” dedim. İçimden.
Taksi ansızın 8 yaşımın Fuarı’na dönüştü. Biz o zaman başka memlekette yaşıyorduk. Memuriyetten memleket memleket geziyorduk. Yazdı ve dünyanın en güzel şeyi İzmir Fuarı’ydı. Şimdi hatırlamıyorum Lunapark Gazinosu muydu, Kübana mıydı, Golf müydu?
Bir adam masaların arasında vefa arıyordu. Her masaya tek tek gidip hal hatır soruyordu. Ne kibar adamdı. Bir neslin çocukluğu ve gençliği de onunla birlikte anlardaki yerini aldı. Bir İzmirli daha, Ferdi Özbeğen adıyla, bu dünyayı terk etti.
O da ne çok an teğet geçmiş midir yaşarken diye düşündüm sonra. Sahi ne tuhaf. Her sabah uyanıyoruz. O yoldan değil de, bu yoldan geçersek, türlü türlü şey gelebiliyor başımıza. Uçaklara biniyoruz başka memleketlere gidiyoruz. Uçakta yanımızda oturanı bir daha hiç görmüyoruz. Ya da o insan hayatımızdaki en önemli insanı haline gelebiliyor.
Ya da bir salise farkla bir kazaya, kavgaya karışabiliyoruz. 3 milim farkla bir kurşun ya da bir inşaattan düşen tuğla bizi teğet geçebiliyor. O an radyoda çalan rastgele bir şarkı, ikimizin şarkısı olabiliyor da, o şarkı bir başkası için ayrılık çanları çalabiliyor.
Bu dünya o kadar büyük, hayat o kadar kısa ki bazen, bir taksinin camından bakarken, çocukluğun gözünün önünden akıp geçiveriyor. O çocukluk ki, başkasının yaşanmamış gençliği, bir başkasının yarım kalan aşkı, bir diğerinin evlilik şarkısı, en arkadakinin gönderilmemiş mektubu olabiliyor.
Hiç çalmayan bir telefon, metroda karşında duran teyzenin çantasında titriyor. O telefonu, o uzak ülkeden titreten torun, bir bursu belki de tek soru ile kazanıp hayal bile edemeyeceği o uzak şehre gidiyor.
O yüzden mi bazen, bir sabah hiç bilmediğin bir yoldan gitmek gerek.
Ara sokaklara sapıp kaybolmak gerek. Dilini hiç bilmediğin müziğin sesini açmak, yağmurda ıslanmak, yeni insanlarla tanışmaktan korkmamak, normalin dışına çıkmak gerek.
Hayatı olması gerektiği gibi değil, geldiği gibi kabul etmek gerek. Zaten takmıyor ki seni. Elinden gelenin en iyisini yapıp geri kalanı yukarıdakine bırakmak gerek. Başına gelen her şeyin senin iyiliğin için olduğuna inanmaya çalışarak.
Bunu başaranlara ermiş demiyor muyuz, Türkçe’de.
O halde nereden başlamak lazım?
Sanırım dedikleri gibi...
Dünya bir gün, o gün de bu gün!
Yetmez mi?
Paylaş