Paylaş
PERŞEMBE gecesi azı dişimde bir ağrıyla uyandım. Önce tatlı tatlı başlayan sonra şiddetlenen ve nihayet 15 dakika içinde beni kafamı duvardan duvara vuracak kıvama getiren.
Aslında hafta sonundan yoklamaya başlamıştı. Üstelik bir yıla dayanan hikayesi de vardı. Ama ben hiç oralı değildim. Hatta ani bir kararla, en iyi doktor insanın kendisidir hesabı; cücük kadar aklımla gidip antibiyotiğe bile başladım. Sabah akşam 1000’er mg’lık Augmentin!
Ben antibiyotik tedavisi uygulayacak, henüz başlangıç aşamasındaki diş ağrımı geçirecektim. Yılanın başını küçükten ezecektim yani. Ve fakat tabii ki, öyle olmadı.
Geceleri beni bir güzel uyutan antibiyotiğin etkisi, nasıl olduysa perşembe gecesi fayda etmedi ve ben ağlayarak evin içinde dolaşmaya başladım. Bir yandan da deliler gibi sağlık sigortamın dosyasını arıyorum. Dünyanın en boş işi, diş parasını bile ödemeyen sağlık sigortası yaptırmakmış o an anlıyor insan (Allah daha büyük dert vermesin).
Bir yandan acıdan ağlıyor bir yandan sigortanın sözleşmesini okuyorum. Acilden ambulansla giriş yaparsam sigortam bir şey ödüyor mu diye? Tabii ki ödemiyor. Bu arada 2 adet de ağrı kesiciyi peş peşe çaktım. Hayır, ertesi sabah diş doktorumdan o randevuyu almayacağım. Hayır, koltuğa oturmayacağım.
Saat 07.00’de, sondan bir önceki diş hekimim Levent Uysal, benim telefonumla uyandı. Sondan bir önceki diyorum, çünkü bana gerçekten başarılı bir tedavi uygulamış ön dişlerimde kimsenin yapamadığı küçük dolguları ve kanal tedavimi yapmış ancak ben sonsuz dişçi fobimle kendisine ve dünyadaki bütün diş hekimlerine elveda demiştim.
Sonra araya uzun zaman girdi ve ben bir proje için İstanbul’da kalmaya başladım. Bu arada, azı dişlerimden birinin implanta ihtiyacı olduğu ortaya çıktı ve ben de İstanbul’da bir diş hekimi buldum. İmplantın ne olduğunu anlatmasıyla muayenehaneyi terk etmem bir oldu. Sonra adam beni aradı ve yandaki dişlerimi kaybetmemem için en azından köprü yapılması konusunda ikna etti. Çok da başarılı geçen bir operasyon sonucu, ağzımın içinde minik çapta bir Brooklyn köprüm vardı artık.
Gel zaman, git zaman ben İzmir’e geri döndüm. Ve ne oldu dersiniz? Çok aç olduğum bir gün, Burger King’de ben o küçük köprüyü Whooper Jr eşliğinde yutuverdim. Hayatımın en büyük şokuydu. Önce diş protezi yutması sonucu ölen var mı diye google’ladım. Sonra bütün gece ölecek miyim diye bekledim.
Ve ertesi sabah İstanbul’daki diş hekimimi aradım. O da ilk fırsatta gelmem gerektiğini, hiç bir şey olmayacağını ve aynı işlemi tekrar edeceğini, aslında implanta dönmemizin daha sağlıklı olacağını söyledi. O implant kelimesini kullanmasaydı iyiydi. Çünkü, o cümleden sonra ben bir yıl kadar köprüm açıkta gezdim ve perşembe gecesindeki kabus sonuca ulaştım.
İşte, ön dişlerimi pırıl pırıl yapan İzmir’deki ilk doktorum Levent’i arama hikayem ve yeniden o koltuğa oturma hikayem bu. Hiç acımayan, benim peşin peşin şart koşmam sebebiyle sadece 1 seans süren kanal tedavisi yaptı ve şimdi yeni köprü inşaatına başlıyoruz. Yutulan eski köprünün yerine.
Bu hikayeden çıkan sonuç:
1. Kadınların sustuğu tek yer dişçi koltuğu. Konuşmak istiyor, konuşamıyor ve sinir oluyorsunuz. En sonunda da durumu kabulleniyorsunuz.
2. Özel sağlık sigortalarına diş maddesi de eklensin. Ağzımızdaki diş başka birinin vücudunun parçası mı? Dişimizden tırnağımızdan artırıyoruz biz o sigortanın parasını. Ayıptır!
3. Devletin diş hastanelerindeki şartlar (hijyen, bekleme, profesyonel hizmet) muhakkak iyileşmeli.
4. Dişçi koltuğu fobisi, dünyanın en geniş ve gelişmiş fobisidir. Çözümü de yoktur. Okumuşlukla ilgisi ise hiç yoktur. Nokta.
Paylaş