Paylaş
¨Bir aklın başa gelmesi kaç yıl alır Stephen¨ diye sorsam Hawking ne cevap verir kim bilir? ¨Sen önce git ayağını yorganına göre uzat¨ demez mi? Ne 30’unda, ne 35’inde bulamadım deli yatan gönlüme göre bir yorgan.
Kardeşim ne yorganmış, çekiyoruz çekiyoruz gelmiyor. Biz ayın sonunu getirmeye çalışırken, ¨100 yıl içinde insanın Dünya’daki işi, uzaylı istilası ile bitmiş olacak¨ demiş bir de üzerine. Oldu canım!
Oturdum mail yazdım asistanına… ¨Bay Hawking’e iletilmek üzere¨ diye gayet kibar başlayıp ¨Stephen, Stepheen; bir senedir diyetteyim, yarı aç yarı tok geziyorum, tam 15 kilo verdim; bu dünyanın sonunu getirecek uzaylının alnını karışlarım¨ diye biten.
Sırf ben mi, 3 ayları ¨Mart – Nisan – Mayıs´ bellemiş, o kan ter içinde, o elinde su şişesi yol kenarlarında yürüyen, o kadife eşofmanlı Türk kadınlarını bildin mi sen?
Hah işte orada duracaksın. Biz bitti demeden, bitmez.
Ergenken böyle miydi hayat?
Hep yaz olacak, hep ıslak tuzlu saçla gezeceksin sanıyordun, eline sinüziti tutuşturuverdiler.
15 yaşına girerken ömür boyu fonda J Lo çalacak, kalçaların her daim güzel olacak, dondurma-kaymak-çikolata ile besleneceksin sanıyordun. Seni Afyonkarahisar lokumundan çıkarıp ¨metobolizmayı hızlandırır, ye gülüm¨ diye Antep biberine bandırıverdiler.
Üniversite bitince gözündeki cevheri ilk Ali Koç fark edecek, ardından ¨transfer´(!) olduğun ikinci şirketindeki toplantıda Ali Sabancı, ¨bu konuya ekleyeceğiniz değerli bir fikriniz var mı¨ diye bizzat soracak, son olarak Microsoft Türkiye’nin başkanlık koltuğunda, stevyalı esspressonu yudumlarken ¨bana Bill’i (Gates) bağla kızım¨ diyecektin.
Daha ilk girdiğin ofiste eline sodeksoyu tutuşturup ¨departmınt menıcır¨ın için
dürüm siparişine yolladılar.
Ah tatlım ya Türkiye’ye hoş geldin.
Cennet, cennet! Yıllık izinlerini ve maaşını biriktirip ecnebi memleketlere gideceksin daha. 3 aylık maaşı bırakacağın kesin de aklını bari bırakma Barselona’larda, Roma’larda.
Biraz daha kıdemlenince, Güney Amerika hevesleri filan başlıyor, korkma.
Dönüp dolaşıp geleceğin yer burası nasılsa.
Ama yine de güzel ülke be. Vatandaşı olmasak pamuk gibi ülke aslında.
Her gün aramıza girenlere inat, metrodaki yürüyen merdivende yere kapaklanan başörtülü kızın yardımına ilk koşanın, kolları boydan boya dövmeli hanım kızımız olduğunu görmek güzel.
7 düvel tanımadığın apartman komşunun akşamın bir vakti beleş aşure getirmesi güzel.
Muğla’nın köyünde esnaf lokantasını sorduğun tamirci amcanın mobiletine atlayıp o önde sen arkada, dükkanın önüne kadar bırakması güzel.
Lokantacıya kurduğu cümle daha da güzel; ¨Bana bak Samii, bunlar yabancı deyye yemeğin yanıklarından kaktırı kaktırı veeme¨. (kurban olduğumun amcası)
Urfa’da iki kız yolunuzu kaybettiniz ve hava da karardı diye peşinize adam katıp sizi otelinize kadar bıraktıran esnaf güzel. (Dükkanın çırağı ne yanımızda ne önümüzde yürüdü, hep iki adım geriden takip etti bizi).
İzmir’de bindiğin takside bozuk para telaşına düştüğünü görüp (İstanbul’da nasıl gözümüzü korkutmuşlarsa artık) ¨hallederiiiz ablacım dert etmeee! Sen Kordon'da buzlu bademini yedin mi, teleferiğe çıktın mı, Konak Pier'e gittin mi, Pasaport'ta çayını içtin mi onu söyle!¨ diyen taksici güzel.
İstanbul güzel asıl, İstanbul. Ama o başka bir yazı konusu.
İşte bizde durumlar böyle canısı...
Hayatın başındaysan ve bu yazıyı okuyorsan, başına gelecekler az buçuk bunlar. Ürün bu. Varsa Latin’de, İspanyol’da yaşama hayallerin bir şey diyemem ama Kuzey ülkelere yerleşmek niyetindeysen 20 dolmadan kaç oralara.
Çünkü Latin matin, uzun hava, yörük, gazel, bin türlü numara, üç kağıtçılık, yardımlaşma, tam bölündük derken aniden bir olma, ada vapuru, sabah çayı, öğlen rakısı, arkadaş kınası, meclis kavgası hepsi bizde.
Sıkılırsın Nordik ellerde, ağlarsın, normallikten saçların beyazlar sonra demedi deme!
Paylaş