Paylaş
Çok üzgünüm... Bu hafta yemek, mekân yazmak gelmedi içimden. İnsanlığımızı, doğa bilincimizi sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. Tolstoy şöyle diyor: “Bozulduğu zaman insandan daha korkunç bir yaratık yoktur.”
Şuna emin olun ki yanan, yok olan ormanlar değil. Yok olan biz insanlar, yanan da binlerce yılda düşe, kalka öğrenerek, deneyimleyerek oluşturduğumuz insanlık onurumuz. İnsan, edindiği onuru sonradan bozmuştur. Oysaki başta doğa olmak üzere, içinde yaşayan tüm canlıların onuru hem doğaya uyumlu hem de içgüdüseldir; yani doğasında vardır. Susturamadığımız yapmacık hırsımız, dizginleyemediğimiz şımarıklığımız ve asla üstlenmediğimiz sorumsuzluklarımızla doğayı suçluyor, tahrip ediyor ve düzenini bozarak inatla savaşıyoruz. Çok iyi biliyoruz ki; doğa bizden çok ama çok daha güçlü, hem öyle güçlü ki yaptığımız her türlü kötülüğü, tahribatı kendi kendine onarmakla kalmaz, üstüne üstlük, bozduğumuz dengesini yenilerken bedelini de ödetir. Tarihte binlerce örneğinin yaşandığı ve bizlerin afet dediği, aslında doğanın kendi döngüsünü sürdürme çabası ve mutlak hâkimiyetinin ilanıydı. Esas canlı da yaşam kaynağı da bizlere yaşama şansı veren doğaydı. Bizler sadece doğanın canlılığından sebeplenen asalaklardık. Fakat ne yazık ki farkında değildik, halen de değiliz. Kendimizi mutlak hâkim ve gerçek sahip görerek, aldığımız nefesi sabote ediyor, bu kibirle de kurmaya çalıştığımız hükümranlığın altında eziliyoruz. Ağacın yeşermek için varlığımıza değil, yokluğumuza ihtiyacı var artık. Asıl olan insanlığımız, vicdanımız, merhametimiz ve en önemlisi onurumuz yeniden yeşerir mi? İşte o muamma!
KESTANE, GÜRGEN, PALAMUT
‘Kestane, gürgen, palamut, altı yaprak üstü bulut, gel sen burada derdi unut, orman ne güzel ne güzel. Dallar kol kola görünür, yaprak yaprağa sürünür, kışın karlara bürünür, orman ne güzel ne güzel...’ Herkesin çocukluğunun bu güzel şarkısını hangi yüzle söyleyeceğimizi bilemiyorum. Kızılçamın yüzüne nasıl bakacağız, Halep çamı gölgesini sakınmaz mı bizden? Sarıçam, kayın, meşe üzülmez mi sanıyorsunuz; dallarına tüneyen kuşların ölümüne... Gövdesinin son öz suyu kuruyana kadar dik durup, ayakta ölen ağaçların yeniden yeşermeye hazır tohumlarını serptikleri toprağa bastığımızda utanır mıyız? Ve bizlerin bir açıklaması olacak mı, nefes almamızı sağlayan yeşil canlara...
GÖNÜL DOSTLARIMIZ
“Bu dünya sevgisiz bir dünya. Dünyayı sevmeyenlerin, ağaçları, kuşları, bulutları, mavi göğü, akarsuları, topal karıncayı, hasta kurbağayı sevmeyenlerin dünyası. İnsanoğlunu sevmeyenlerin dünyası. İnsanın yozlaşma belirtisi, insanın sevgisizliğiyle başlar” demiş Yaşar Kemal. Katılmamak elde değil. Onlar bize dost hem de en gönülden olanından. Bizler ne dost olabildik ne de arkadaş. Umurumuzda olduklarını da sanmıyorum. Ağaç kovuğunda yaşayanları da gövdesine tutunanları, dallara tüneyenleri, toprağın altına yuva yapanları da önemsemedik. Ne onları var saydık ne de çığlıklarını duyabildik. Can havliyle kaçışları bile ürküttü bizi, hem de çok ürktük. Ne tilkiye açıklayabiliriz ne oklu kirpiye ne karakulak dinler bizi ne de kaplumbağa affeder. Albert Einstein, “Arılar olmasa insanlık ancak 4 yıl yaşayabilir. Arılar döllenmezse; tozlanma olmaz, bitki olmaz, hayvan olmaz, sonunda da insan olmaz” demiş. Peki biz bunun farkında mıyız?
MARMARİS ÇAM BALI
Akdeniz ikliminde yetişme imkânı bulan çam ağaçlarının gövdesinde (kızıl çam ya da fıstık çamı) yaşayan canlıların salgıladıkları tatlı maddeler, bal arıları tarafından toplanarak çam balına dönüştürülüyor. Bilinen bir diğer adıyla ‘salgı balı’, çiçek balından daha farklı bir bal türüdür. Çam balı Türkiye’de sadece Muğla, Marmaris, Aydın, Kuşadası, Çanakkale ve Kaz Dağları’nın belirli bölgelerinde üretilebiliyor. Bunun sebebi de çam ağacında basurayı salgılayan çam pamuklu koşnilinin sadece bu yörelerde yaşayabiliyor olmasıdır. Ve bu bölgelerde oluşturulan bal çok değerlidir. En doğal ve gerçek bal ‘Marmaris çam balı’ olarak bilinir. Yıllarca kalitesini bozmayan bir yapıya sahiptir. Donma ve şekerlenme yapmayan ‘Marmaris çam balı’, uzun yıllar boyunca muhafaza edilebilir. Çiçek balı ile kıyaslandığında glikoz ve fruktoz oranı çok düşüktür. Besin değeri ise daha yüksektir. Dünya genelinde en çok Türkiye’de ve Marmaris’te üretilen bu nefis balı canınız çektiyse; yutkunun ya da avucunuzu yalayın, çünkü artık olmayacak! “Yandı bitti kül oldu.”
Paylaş