Paylaş
DÖRT yıl önce, dünyanın önemli tıp yayınlarını Türkiye'de Türkçe olarak yayımlayan Turgut Yayıncılık'ta çalışıyordum.
Bir Amerikan tıp dergisi olan ‘‘Infectious Diseases in Clinical Practice’’ (Enfeksiyon Hastalıkları Klinik Uygulamaları) adlı derginin Türkçesi'nin redaktörü ve çevirmeniydim. Editörüm de enfeksiyon hastalıkları uzmanı Doç. Dr. Halit Özsüt'tü.
Bir gün derginin İngilizce aslında kuduzla ilgili bir makale yayımlandı. Makalede, kuduzun rabdovirüs ailesinden bir virüsten kaynaklandığını, yabani hayvanlardan insanlara geçebildiği anlatılıyordu. Amerikalı hekimlere hitab eden makalede bir anlatım tuhaflığı vardı. Sanki Amerikalı hekimlerin hiçbir kuduz tecrübesi yokmuş gibi tarif ediliyordu hastalık! Ve aşağı yukarı şöyle deniliyordu: ‘‘Bu virüs nedeniyle gelişmekte olan ülkelerde insan ölümleri olmaktadır.’’
Benim anladığım, kuduza bağlı insan ölümü sorununu Batılılar aşmışlardı. Bilimsel, soğuk, teknik bir dille yazılmış olmasına rağmen bu makale hafızamda derin bir iz bırakmıştı.
Bugün İstanbul'da insan ölümüne yol açan kuduz vakalarının ortaya çıkması, bizi bir kere daha Batı ile aynı tatsız karşılaştırmayı yapmaya zorluyor.
Yerel yönetim, iyi ama neden?
İSTANBUL Şûrası'nın Yerel Yönetim Yasası konulu oturumu çok ilginçti. Konuşmacıların hepsi bir doğruyu tekrarladılar: Yerel yönetimleri güçlendirmek, Ankara'nın vesayetinden kurtarmak gerekir. Ve bunu hemen, şimdi yapmak gerekir.
Buna tamamen katılıyoruz. Ama biz yerel yönetimleri, Ankara'nın bir benzerini burada yeniden üretsinler, aynı çarpık ilişkileri, aynı kapalı sistemi, aynı çarkı ağır ağır döndürsünler diye desteklemiyoruz.
Biz yerel yönetimleri, tıkanıklığı aşmakta, katılımcı demokrasiyi sağlamakta gerçek bir umut olarak görüyoruz.
Biz yerel yönetimleri, Ankara'nın aksine, eleştiriye tahammüllü ve hatta sürekli özeleştiri yapan, dinamik kurumlar olarak görmek istiyoruz.
Yoksa, bir Ankara bize yeter de artar!
Paylaş