Otopark değil, Süleymaniye!

Haberin Devamı

Önceki gün, gazetemiz Süleymaniye'deki yeni bir tarih katliamını ve otopark faciasını manşet yapmıştı.

İstanbul'un en güzel mahallelerinden biri olan Süleymaniye'de yine ahşap evler yıkılmış, yine yerlerini çirkin otopark inşaatları almıştı.

Bu, Hürriyet İstanbul'un, en hassas olduğu konulardan biriydi.

Haber, bende büyük bir öfke uyandırdı. Kendi tarihini korumaktan aciz kalmanın öfkesini! Okuyucularımızı silkeleyecek bir yazı yazmak istedim.

Pazartesi günü ‘‘Süleymaniye Camii yıkılmalı otopark yapılmalıdır’’ başlığıyla yazdığım yazı böyle bir öfkenin ürünüydü. Çünkü ‘‘Süleymaniye'yi otoparklardan kurtaralım’’ diye bir başlık atsaydım, kimse ilgilenmeyecekti.

O yazıda bilerek, bir rantçının, yaşadığı şehre karşı hiçbir sevgi hissetmeyen, dini imanı para olan bir çakalın dilini kullandım. Çünkü inanın bana, onlar içlerinden ‘‘Süleymaniye Camii, Topkapı Sarayı ne kadar geniş; ne güzel otopark olur, ne çok para kazanırız’’ diye geçiriyorlar.

Ve bu çakallardan çok var etrafımızda.

Şimdi bazı okuyucular faks çekerek kimisi endişeyle kimisi hayretle kimisi de öfkeyle ‘‘Hakikaten siz, Süleymaniye Camii'nin yıkılmasını, yerine otopark yapılmasını mı istiyorsunuz?’’ diye soruyorlar.

Ben nasıl böyle bir şey isteyebilirim?

Neyse ki birçok okuyucu da amacımı anlamış, Süleymaniye'de tarihin yağmalanmasına karşı gösterdiğimiz hassasiyet nedeniyle bizi tebrik ediyor.

Sadece kendi adıma değil, Hürriyet İstanbul adına tekrar ediyorum:

Biz, otopark mafyasından nefret ediyoruz. Haberlerimizle onlara savaş açtık.

Biz, İstanbul'un tarihi mirasının korunmasında tavizsiz bir tutum içindeyiz.

Biz, yok edilen Süleymaniye'yi ancak çocuklarımıza gösterdiğimiz hassasiyetle karşılaştırılabilecek bir duyguyla sahipleniyoruz.

* * *

Geçen yıl, Yahya Kemal'in 114'üncü doğum gününde Cemal Reşit Rey Salonu'nda düzenlenen bir anma töreninde ‘‘Süleymaniye'de Bayram Sabahı’’ şiirinden yola çıkılarak hazırlanan bir film gösterilmişti.

Hepimizin bildiği, Süleymaniye Camii'ne adanmış bu şiiri hatırlayarak şunları yazmıştım, tekrarlıyorum:

Büyük bir mimarın imzasıyla büyük bir padişahın adını taşıyan bu camiyi, yıllarca sadece bir mühendislik şaheseri olarak kabul ettiğini söyleyen şair, o bayram sabahı binanın tarih ve inançla yoğrulmuş bir ruhu olduğunu farkeder. Şiir boyunca o tarihle övünür, övünür...

O caminin etrafında, onunla bir bütün oluşturan, onun adını taşıyan, bunca ihmale rağmen ruhunu bir türlü teslim etmeyen bir mahalle var.

İnsan korumayı beceremediği bir tarihle nasıl övünür?

Yazarın Tüm Yazıları