Paylaş
JOHN Freely, İstanbul'da doğmadı, ama birçok İstanbullu'dan daha çok İstanbullu.
Bir Amerikalı. İkinci Dünya Savaşı'nda savaşmış. Fizik doktoru. Bir gezgin. Uzun yıllardır bir İstanbullu. Bir İstanbul yazarı.
John Freely'nin maceralı hayatını Leyla Neyzi Gazete Pazar'da, Ayten Görgün Hürriyet İstanbul'da birer röportajla Türk okurlarına aktarmıştı. Freely'yi bu yazılardan bir de İstanbul'la ilgili kitaplarından tanıyorum.
Geçen yıl sinemalarda gösterilen ve baş rollerini Hugh Grant ile Julia Roberts'ın oynadığı ‘‘Notting Hill’’ filminde bir sahne dikkatimi çekti. Hugh Grant, filmde Londra'da seyahat kitapları satan bir kitapçı. Ünlü bir yıldız rolündeki Julia Roberts onun dükkanına giriyor ve İstanbul'la ilgili bir kitaba bakıyor. Hugh Grant, masasının çekmecesinden bir kitap çıkarıyor ve güzel müşterisine ‘‘En iyisi bunu alın, hiç değilse yazarı İstanbul'a gitmiş!’’ diyor.
İşte filmde Hugh Grant'ın önerdiği o kitap, John Freely'nin ‘‘Istanbul The Imperial City’’ adlı kitabıydı.
Kitap şimdi Lale Eren tarafından Türkçe'ye çevrildi ve ‘‘Saltanat Şehri İstanbul’’ adıyla İletişim Yayınları tarafından basıldı.
Kitap, turistler için kaleme alınmış. Ama İstanbulluların öğreneceği o kadar çok şey içeriyor ki!
Daha ilk sayfalarda öğrendiklerim fıkra gibi.
Şehrimizin ilk sakinleri, Haliç'teki iki dereye Kidaros ve Barbisos adını vermiş. Bunlara ‘‘Avrupa'nın Tatlı Suları’’ denilirmiş.
Anadolu yakasında Boğaz'a akan Arete ve Azerion derelerine de ‘‘Asya'nın Tatlı Suları’’ derlermiş.
Bu dereler hangileri, tahmin edin? İlk ikisi Alibeyköy ve Kağıthane dereleri, son ikisi de Göksu ve Küçüksu dereleri!
Bunlar bir zamanlar tatlıymış! Şimdi ise ya asitli ya çöplü. İstanbul'un son sakinleri olarak bu güzel dereleri ne hale getirmişiz, bakın, utanın.
Paylaş