Paylaş
Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, arkadaşımız Tolga Tanış'a, halkın nabzını tutmak için sık sık taksilere bindiğini söylemiş.
Şaşırdım. Ben ‘‘halkın nabzını’’, kimsenin yakalamayı başaramadığı o ünlü nabzı tutmak için sadece gazeteciler taksicilere güveniyor sanırdım.
Taksiler, gerçekten de son zamanlarda gazeteciler için vazgeçilmez bir tansiyon aleti haline geldi. Köşe yazarı-gazeteci genellikle bir özel otomobil sahibidir, ama gazetecilik uğruna arada sırada taksiye biner. Üstelik muhabir-gazeteciler de artık taksiyi sık sık kullanmaya başladılar.
Taksi sürücüsüyle gevezelik etmek, ona günün sorunlarını sormak hem yolda vaktin geçmesini sağlar, hem de ‘‘halkın nabzı’’ konusunda fikir verir.
Örneğin son seçimlerde Anadolu'nun çeşitli şehirlerine giden gazetecilerin bir kısmı, oralardaki ‘‘seçim nabzını’’ tutmak için bu yönteme sık sık başvurdular.
Üstelik dünya medyası da böyle çalışıyor.
Ürdün Kralı Hüseyin öldüğünde bu yöntemin nasıl globalleştiği ortaya çıktı. Fransız, Amerikan, İngiliz vb. gazeteleri bu ülkeye muhabir yolladılar. Onlar Amman'dan ‘‘Ürdün halkı Kral Hüseyin'e ve yeni Kral Abdullah'a nasıl bakıyor?’’ sorusunun cevabını taksilerden bildirdiler.
Ama dikkat ettim, hepsi de Amman Havaalanı'ndan otellerine giderken yolda bindikleri taksilerin sürücüleriyle konuşmuşlardı. Tabii bu, haberi biraz taraflı hale getiriyordu; çünkü tutulan nabız, sadece Amman havaalanının taksi durağının nabzıydı. Oysa bir ülkede ‘‘havaalanı taksi’’ her zaman genel taksici kitlesinin içinde ayrıcalıklı, seçkin bir yere sahiptir, temsil yeteneği yoktur...
Sonra şu fıkrayı da unutmamak lazım:
Bir gazeteci Fransa'ya gider. Fransız sınırından girer girmez kızıl saçlı bir kadın görür. Hemen gazetesine bir telgraf çeker (olay eski zamanlarda geçmektedir): Fransız kadınları kızıl saçlı...
İşte bu duruma düşmemek için, gazetecilerin şehrin farklı yerlerinde birden fazla taksiye binmesi, yazılarını bir sentez halinde yazması daha iyi olur.
Paylaş