Paylaş
İstanbulluların ihtiyaç sıralamasında şehrin tarihi mirasının korunması hiç şüphesiz listenin sonunda yer alıyor. İşsizlik ilk sırayı işgal ettiği, ev sahibi olma güdüsü ikinci sırada oturduğu sürece de hep böyle olacak.
Korunması istenen tarihi miras şehrin Müslüman olmayan geçmişine ya da Müslüman olmayan topluluklarına aitse, zaten mesele yok! Kilise ve sinagoglara, gayrimüslim azınlıkların vakıflarına, Bizans’tan kalma yapılara vahşice saldırılırken, bahane hazır: Bunları yapanlar Türk de değil, Müslüman da değil!
Peki. Fatih ve Eminönü’nde 282 caminin ‘kayıp’ olmasının bahanesi ne?
Katliam, tarihi mirasın korunmasına bugünkü kadar önem verilmeyen bir dönemde gerçekleşmiş, denilebilir. Ama kastedilen herhangi bir tarihi eser değil; bunca tartışmaya neden olan en ‘hassas’ simgelerden biri, yani cami.
Yoksa camiye yönelik ‘hassasiyetler’ palavra mı?
Bizim eve, otoparka, çabuk çabuk paraya ihtiyacımız var!
Bize sahte minare yeter.
Sahte minare, 2000’li yılların Türk mimarisinde geliştirilmiş yeni bir üsluptur.
Dışarıdan bakıldığında 500 yıldır tekrarlanan tarzda şerefeli, alemli bir minare görülür.
Aslında bu minare sahtedir. Şerefesine çıkılamaz. Kazık gibi bir sütun, içi dolu bir heykel, bir göz aldatmacasıdır...
Hem İstanbul’da hem Anadolu’da böyle çok sahte minareli cami var.
Bu cami bize çok iyi uymakta, bizim içinde dönüp durduğumuz sosyal hayatı çok iyi anlatmaktadır.
Sonuç olarak biz buyuz.
Paylaş