Paylaş
İnsanlar konuşa konuşa milenyumu gerçek sanmaya başladılar.
Yılın 1 Ocak'ta başlaması bir insan icadı. Papa Gregorius bu takvimi sadece 417 yıl önce ortaya atmış. Dini nedenlerle değil, dünyevi nedenlerle... Bütün Hıristiyanlar da öyle hemen benimsememiş. İngiltere, Rusya, İsveç, Almanya'daki birçok prenslik bu takvimi ancak birkaç yüzyıl sonra kabul etmişler.
Yani bütün bunların, Hıristiyanlık'la ya da Hz. İsa'yla da ilgisi yok.
Yani bizi bu gece büyüleyen, kendi yarattığımız sayılar, o kadar.
Bunlar bilinmeyen şeyler değil. Üstelik, ne çıkar? Deliye her gün bayram!
Milenyumun insanoğlunun yarattığı efsanelerden biri olduğuna dair ukala bir yazı yazmaya hiç niyetim yoktu aslında.
Ama, bugün yayımlanmak üzere, İstanbul hakkında düşünmüş, yazmış, icraat yapmış birçok insanla konuşmuş, onlardan şehrin sorunları ve geleceği konusundaki görüşlerini anlatmalarını istemiştik.
Bu görüşleri yayımlanmadan önce okurken, birden kafamıza dank etti: Biz, 2300 yıllık bir şehirde oturuyoruz. Öyle ya, İstanbul'da ilk bilinen yerleşim en az M. Ö. 4. yüzyılın sonuna, 3. yüzyılın başına kadar uzanıyor. Belki, çok daha eskidir...
Bunu hatırlayınca, bir an şaşırdık. Ve ister istemez ağzımızdan şöyle bir laf çıktı:
Aaa, demek biz çoktan üçüncü binyıla girmişiz de haberimiz yok!
Tabii bu da çok saçma. Çünkü insan olarak geçmişimiz binyıllardan çok daha öteye gidiyor.
Ama ne yapalım? Milenyum denilen şey bizi de serseme çevirdi.
Bu kadar eski bir şehirde yaşamanın ağırlığı üzerimize çöktü.
Ölümü bizim zamanımızda olmasın da!
Tek dileğimiz bu...
Paylaş