Paylaş
Gazetelerde tabii afetler karşısında nasıl yardım yapılacağına halkın önem vermediğinin anlaşıldığı vurgulanmaktadır...
Tedbirlerin okullara mecburi ders olarak konulması gerektiği, böylece halk arasında pek önem verilmeyen bu eksikliğin giderileceği savunulmuştur...
İstanbul'daki deprem daha ziyade mimari usullere uygun inşa edilmeyen yapılara hasar vermiştir. İnşaat kurallarına uygun olarak yapılan büyük ve yüksek binalar yıkılmamıştır. Buna karşılık iki üç katlı binaların yıkılması bizdeki inşaat tarzının gelişmediğini gösteren en büyük delildir...
Sarsıntılar nedeniyle ihtiyatlı olmak gerekiyorsa da bu zarureti daimi olarak çadırda oturma derecesine vardırmak için ortada kat'i ve makul bir sebep yoktur...
Ötekinin berinin, filan saat şiddetli bir deprem olacak gibi hiçbir fen ve bilime dayanmayan hükümleri yaymaları ne kadar münasebetsiz ise, bu tarz sözlere itibar edenler de o mertebe zavallıdır...
Viyana Sefiri ilgi çekici bir hadiseden Osmanlı hükümetini haberdar etmeyi ihmal etmemiş ve gönderdiği telgrafta; Viyana'da Mösyö Novak adında bir şahsın kendine has bazı yöntemlerle depremi önceden tahmin edebildiği, hatta İstanbul civarında temmuzun onunda bir deprem olacağını önceden ilim erbabından bir dostuna bildirdiğini iddia ettiğini belirtmektedir. Yapılan araştırmalar Mösyö Novak'ın halktan birisi olduğunu ortaya koymuştur...
Bu cümleleri Fatma Ürekli'nin ‘‘İstanbul'da 1894 Depremi’’ adlı kitabından aldım. Aradan 105 yıl geçmiş. Ama değişen bir şey yok.
Bir asır önce İstanbullular aynı felaketi yaşamış, aynı şeylerden korkmuş, aynı şeyleri konuşmuş... Ne yazık, demek tecrübeler kuşaktan kuşağa aktarılmıyor!
Paylaş