Paylaş
“İslâm’ın özü güzel ahlâk, ahlâkın özü bilgi, bilginin özü akıldır.” demiş, Hünkâr Hacı Bektaş Veli. Evet, İslâm Dini’nin özü güzel ahlâk ve fazilete dayanır. Kişinin İslâm'a bağlılığının derecesi, inanç ve ameli yanında ahlâkını güzelleştirmek için harcadığı çaba ve gösterdiği sabırla ölçülebilir.
Bir gün Hazreti Muhammed’e sormuşlar; “Müminlerin en faziletlisi hangisidir?” diye.
“Ahlâken en güzel olanlarıdır.” sözleri ile yanıtlamış Sevgili Peygamberimiz bu soruyu. Peygamberimiz ahlâka o kadar önem verirmiş ki; ahlâkı güzel olmayanın konuştuğu zaman yalan söyleyenin, söz verdiği zaman sözünde durmayanın, emanete hıyanet edenin -diğer dini görevlerini eksiksiz yerine getirmiş olsa bile- olgun mü’min olamayacağını söylermiş.
Ne yazık ki, son yıllarda ahlâk anlayışımız değişti. Hırsızlık yapmayı, kul hakkı yemeyi, haksız kazanç sağlamayı, yalan söylemeyi kabullenebilen bir toplum haline geldik. Rüşvet, yolsuzluk ve haksız kazanç ile zenginleşmek hoş görülür oldu. Ahlâki değerler yerini maddî değerlere terk etti.
Geçtiğimiz günlerde kısa bir hikâye okudum ahlâkla ilgili. Sizlerle de paylaşmak istiyorum:
“Ateş, Su ve Ahlâk bir yolda buluşmuşlar. Tanıştıktan sonra bir muhabbete tutuşmuşlar. Başlamışlar kendilerini tanıtmaya…
Ateş başlamış söze: ‘Bendeniz Ateş. Işığımdır kimi zaman karanlıklarda, kimi zaman soğuklarda ısınmaya sebebim. Kimi zaman güneşim, kimi zaman bir kor parçasıyım, yakarım hoşuma gitmediğinde önüme ne gelirse. Çok iyiyimdir. Benden çok kere istifade edilebilir. Fakat bir sinirlenirsem yakarım etrafımda ne varsa, kimi zaman yangın olurum ansızın yakalarım en boş anlarda. Onun için benimle aranızı iyi tutun.’
Su başlamış söze: ‘Bendeniz Su. Hayat kaynağıyımdır ben. Yokluğum çok kötüdür. Ben olmazsam yaşayamaz hiçbir mahlûkat. Her hayatta ben varım. Benim olduğum yerde de hayat.’ Sonra da Ateş’in yaptığı gibi, başlamış zararlarından söz etmeye. ‘Fakat ben bir kızarsam sel olurum bazen, bazen bir fırtınayla gelirim ne varsa yutarım. Onun için benimle aranızı iyi tutun.’
Sıra gelir Ahlâk’a: ‘Bendeniz Ahlâk. Hayat düzeninde benim yerim başkadır. Benim hiçbir kötülüğüm yoktur. Kimseyi de tehdit etmem.’ der.
Sonra Ateş girer söze: ‘Ben bu arkadaşlığı çok sevdim. Hani olurda bir gün birbirimizi kaybedersek nasıl buluşacağız? diye sorar.
Su der ki: ‘Beni kaybederseniz eğer, bir yağmur gördüğünüzde kaçmayın yaklaşın, ben orada olurum.’
Ateş der ki: ‘Beni kaybederseniz eğer, bir duman görürseniz, bir sıcaklık hissederseniz hemen gelin, ben orada olurum.’
Sıra gelir Ahlâk’a. Söyledikleri çok anlamlıdır: ‘Siz, siz olun beni sakın kaybetmeyin.’ der. ‘Eğer beni bir defa kaybederseniz, bir daha bulmanız asla mümkün olmayabilir…’
İşte bu yüzden hem çok üzülüyorum hem de çok korkuyorum. İnsanlığın gittiği yer, ne yazık ki, hiç umutlandırmıyor beni. “Birbirinizden nefret etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları birbirinizle kardeş olun.” diyen bir hadise sahipken, savaşlarla çevrili etrafımız. Tüm bu olumsuzlukların engellilikten çok daha vahim olduğunu görüyorum. Ve anlıyorum ki, insanlıkla ilgili sorunlar çözülmeden çözülemeyecek engellilerin sorunları.
Yapıcı olmak varken, kırıcı olmak niye?
Bağışlamak varken, kin gütmek niye?
Birleştirmek varken, ayrıştırmak niye?
Barış varken, savaş niye?
Gerçeğe sarılmak varken, yalana tutunmak niye?
Elimizde olanlar için sevinmek varken, olmayanlar için üzülmek niye?
Kucaklamak varken, itmek niye?
Sevmek varken, nefret etmek niye?
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Paylaş