Paylaş
Türk Sanat Müziği’nden hoşlanıyor musunuz? Eğer hoşlanıyorsanız, “Kimseye Etmem Şikâyet” adlı eseri mutlaka dinlemişsinizdir. Peki ya hikâyesini biliyor musunuz bu güzel eserin?
Henüz 13 yaşındayken zorla evlendirilen bir kız çocuğunun haykırışları yatar bu şarkının dizelerinde. Bu çocuk, II. Abdülhamit döneminin Nafıa ve Ziraat Nazırı Köse Mehmed Raif Paşa’nın kızı İhsan Raif’tir.
İleride tanınmış kadın şairlerimizden biri olacak İhsan Raif Hanım 1877’de Beyrut’ta dünyaya gelir. İlk çocukluk yılları Adana’da geçer. Çocuklarının eğitimine çok önem veren baba Raif Paşa onlara özel hocalardan müzik, edebiyat ve Fransızca dersleri aldırır. İhsan Raif’in edebiyata ilgisi daha o yıllarda başlar.
Ziraat Nazırı Köse Mehmed Raif Paşa ve ailesi İstanbul’a gelişlerinde, bugün Şişli Kaymakamlığı olarak hizmet veren Taş Konak’ta yaşamaya başlar. O günlerde henüz 13 yaşında olan İhsan Raif ve ablası Belkıs bir gün birlikte oynarlarken birdenbire odalarının kapısı açılır ve içeriye o güne kadar hiç görmemiş oldukları bir adam girer. Bu kötü niyetli adam İhsan Raif’i kaçırmak ister ancak çocukların çığlıklarıyla koşarak kaçar. Kısa bir süre içinde eve giren bu adamın reji memuru Mehmet Ali olduğu ve küçük kızı kaçırabilmek için evdeki hizmetkârlardan yardım aldığı anlaşılır. Raif Paşa bu olayı temizlenmesi gereken bir namus meselesi olarak görür ve İhsan Raif’i, kızının ve diğer aile fertlerinin itirazlarına ve yalvarmalarına aldırmadan, evlendirmeye karar verir. Böylece, 13 yaşındaki küçük kız hiç acımaksızın Mehmet Ali ile evlendirilir ve bir sürgün havasında İzmir’e yollanır.
“Kimseye etmem şikâyet; ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime
Perde-i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime…”
Bu dizeler İhsan Raif’in 1890 yılında İzmir’e gelin gitmek üzere Taş Konak’tan ayrılmadan hemen önce dökülür kâğıda. İçindeki üzüntü, korku ve umutsuzluğun ifadesi olan bu dizeler onun İstanbul’a ve çocukluğuna vedasıdır… (Pek çok kaynağa göre, sonraları nihavent makamında bestelenmiş bulunan bu şiirin bestecisi Kemani Serkis Efendi’dir. Arzu edenler, <https://www.youtube.com/watch?v=HDIBU25z6X4> adresli linki kullanarak, bu güzel eseri Müzeyyen Senar’ın sesinden dinleyebilirler.)
1890’dan bu yana yaklaşık 127 yıl geçti. Ancak, sanırım, çocuk yaşta evlendirilen kızların sayısında hiçbir azalma olmadı. Köylerimizde, kasabalarımızda, hatta şehirlerimizde kız çocukları hâlâ çocuk yaşta zorla evlendirilmeye devam ediliyor. Bugün de küçücük kızlar babalarının dizlerine kapanarak, tıpkı İhsan Raif gibi, “Babacığım, ben masumum. Lütfen bana kıyma. Yaşım çok küçük, beni yakma. Beni sevdiğim biriyle evlendir, telli duvaklı gelin et…” diye yalvarıyor. Ama bu sözler o gün Raif Paşa’yı nasıl hiç etkilememişse bugünün babalarını da etkilemiyor.
Bana göre, tüm bunların sebebi ‘sevgisizlik’. Sevgi hayatın ‘olmazsa olmaz’ı… Aslında çoğumuz sevginin ne olduğunu bilmiyoruz. Sevgi öğrenilebilen ve emekle geliştirilebilen bir duygu. Ancak, pek çok kişi bunun farkında değil…
İnsan sevmeyi öğrenince etrafındaki herkesi ve herşeyi sevmeyi başarabiliyor. Çocuğunu gerçek anlamda seven bir babanın onu çocuk yaşta evlendirmesi mümkün değil. Eşini gerçek anlamda seven bir adamın ona şiddet uygulaması mümkün değil. Etrafına sevgi ile bakan kişinin herhangi birine zarar vermesi mümkün değil…
Kanal D’de bir sezondur izlemekte olduğumuz “Vatanım Sensin” adlı dizinin sezon finalinde, dizinin sevilen karakterlerinden Hasibe Ana; “Bir evlât hiç kimsenin malı değildir. Bir ana sadece bir kapıdır. Ona ışık tutar, onu kazadan belâdan korur kollar. Lâkin onun sahibi değildir.” diyor ve “Zaten dünyaya açılan her göz hepimizin yavrusu değil midir?” diye soruyordu. Onun bu sözlerini çok sevdim. Benim anlatmak istediğim de bu işte. İnsan kendi çocuğunu gerçek anlamda seviyorsa, yani sevgi duygusu bağımlılıktan kaynaklanmıyorsa, içinde tüm çocuklara yetecek ölçüde sevgi barındırıyor demektir. Karşısına çıkan her çocuğa kendi çocuğuna baktığı gözlerle bakabiliyor demektir.
Sevgi tüm kapıların anahtarıdır. Bir kere öğrendik mi sevmeyi, artık herkesi ve her şeyi sevebiliriz demektir. Sevmeyi bilenler Tanrı’nın yarattığı tüm varlıklara sevgiyle yaklaşırlar. Doğayı severler ve onu yok etmeye değil korumaya çalışırlar. Tüm hayvanları severler ve onlara eziyet etmeyi akıllarından bile geçirmezler. Diğer insanlara zarar vermeleri ise hiçbir şekilde mümkün değildir.
Karşımızdakini olduğu gibi kabul edip onu değiştirmeye çalışmadan sevebiliyorsak eğer, işte bu gerçek sevgidir.
Ne yazık ki bugün ülkemizde hâkim olan duygu sevgi değil, ‘sevgisizlik’. Halkımız ikiye ayrılmış ve birbirine hoşgörüyle bakamaz hale gelmiş durumda. Kimse karşısındakiyle empati kurmaya, onu anlamaya, hele de olduğu gibi kabul etmeye yanaşmıyor. Çoğumuz mutsuzuz, ama belki de bunun farkında bile değiliz…
Sevmeyi öğrenmenin yaşı yok. Ama önce sevmeyi bilmediğimizi kabul edip, onu öğrenme çabasına girmeliyiz. Etrafımızdakileri anlamaya, olaylara onların gözünden bakabilmeye çalışmalıyız. Çocuklarımızı sevgi ortamında büyütmeli; onlara türlü türlü sevgi –aile sevgisi, kardeş sevgisi, arkadaş sevgisi, memleket sevgisi, hayvan sevgisi, doğa sevgisi vb.- aşılamalıyız. İnanın böyle yetiştirilen çocuklar büyüdüklerinde ülkemizde hâkim olan sevgisizlik ortamı yok olacak, yerini sevgi, hoşgörü ve huzur içeren aydınlık bir ortam alacaktır.
Ben şahsen böyle bir ortamın hasretini çekiyorum. Biliyorum ki, çoğunuz da aynı duygular içindesiniz. Gelin hep birlikte değiştirelim bu sevgisizlik ortamını. Birbirimizi anlamaya ve olduğu gibi kabul etmeye çalışalım. Kimseye kendi fikrimizi dayatmayalım. Ne çocuklarımıza, ne eşimize, ne arkadaşlarımıza, ne de emrimizdekilere…
Bunu yapabilirsek eğer, artık başka İhsan Raif’ler olmayacak demektir…
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Not: Bugün, benim çok sevdiğim ve değer verdiğim bir arkadaşım önemli bir ameliyat oluyor. Dualarınızın onun iyileşmesine yardımcı olacağına yürekten inanıyor, bunun için sizlere şimdiden teşekkür ediyorum.
Paylaş