Paylaş
I. Dünya Savaşı, 1914 yılında Avrupa'da başlamış, ancak dünyanın dört bir yanındaki ülkelerin katılması ve diğer kıtalardaki sömürgelere de yayılması nedeniyle "dünya savaşı" olarak adlandırılmıştır. Çanakkale Savaşları, Birinci Dünya Savaşı içinde, tarihin en kanlı bölümü olarak bilinir. Biz Türkler’in ise sayısız zaferle dolu tarihimizin en parlak sayfasıdır. Bu güzel vatan için 250 bin şehidin verildiği eşine rastlanır bir savaş daha yoktur. Ecdadımız, kendisinden çok daha güçlü bir orduyu Çanakkale Boğazı'nın serin sularına gömerek, bize gururla anlatacağımız bir zafer, huzurla yaşayacağımız bir vatan bırakmışlardır. Göğüs göğüse mücadelenin yaşandığı o topraklarda bugün bile hâlâ canlıdır o günlerin anıları. Çanakkale Şehitliği’ni ziyaret etmiş olanlarınız çok iyi bilirler bunu.
Gazeteler Devlet Büyüklerimiz’in mesajları ile dolu bugün. Manisa Milletvekili Sakine Öz;
“Çanakkale’ye 1915’te, ülkemizin her bölgesinden gelen genç yaşta askerlerin verdikleri mücadeleyi hatırladıkça, bugün Türkiye’nin bir ferdi olmaktan duyduğum onur ve gurur katlanıyor.” diyor. Bunlar benim de duygularım, ve benim gibi pek çok Türk’ün…
“Çanakkale, hangi nedenle olursa olsun, ‘savaş’mayı insanlık için en son çare olarak değerlendiren, dünya barışının ülke ve bölge barışından geçtiğini çok iyi kavrayan muzaffer bir komutanın, geleceğin büyük siyasi lideri Gazi Mustafa Kemal’in askeri dehasının parladığı bir mücadeleye de ev sahipliği yapmıştır. Biz, savaşın “en son çare” olduğunu ve zorunlu kalınmadığı müddetçe açılan her savaşın cinayetten farkı kalmadığını savunan, bölgesinde barışı kuran ve istikrarı sürdüren bir liderin ve onun arkadaşlarının takipçileriyiz…” diyerek devam ediyor sözlerine Sayın Öz.
Evet, savaş son çare olmalı; belki de hiçbir şekilde çare olarak düşünülmemeli. 250 bin şehit verdiğimiz Çanakkale Savaşları’ndan kim bilir kaç askerimiz sakatlanarak döndü… Kim bilir, sakatlanan bu askerler yaşamlarının geri kalan bölümünü nasıl geçirdi… Bence bu, savaşın en karanlık yüzü.
I.Dünya Savaşı’na katılan İngiliz şairler Siegfried Sassoon (1886-1967), Robert Graves (1895 -1985), Wilfred Owen (1893-1918) yazdıkları savaş karşıtı şiirler nedeni ile “Savaş Şairleri” olarak adlandırılırlar.
Savaş Şairleri’nden Siegfried Sassoon, İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşı’na girdiği gün katılmış birliğine. Batı Cephesi’nde savaşmış ve, madalya almış. . Orduya yurtseverlik hisleriyle giren şair, çok geçmeden savaşın vahşetini görmüş. Muharebede, ateş altında yaralıları taşımış. 1917’de, “Savunma ve hürriyet için girdiğim savaşın artık bir saldırı ve fetih savaşına dönüşmüş olduğunu düşünüyorum.” diyerek, savaşa dönmeyi reddetmiş.
Sassoon, şiirlerinde hem siper arkasının dehşetini anlatır, hem de savaşı yüceltenlerin sözde yurtseverliklerini hicveder. Bugün, O’nun şiirlerinden birini sizlerle paylaşmak istiyorum.
“NE FARK EDER?
Ne fark eder – kaybetsen bacaklarını?...
Zira hep merhametli olacak insanlar sana karşı.
Üzüldüğünü belli etmen gerekmez ki,
Başkaları futboldan dönüp
Mideye indirirken ekmekleri, yumurtaları.
Ne fark eder – kaybetsen görme yetini?...
Körler için öyle harika işler var ki.
Hem hep merhametli olacak insanlar,
Sen taraçada oturmuş anımsarken olanları
Ve ışığa çevirirken suratını.
Ne fark eden olanlar – çukurdaki rüyalar?...
İçebilirsin, unutabilirsin ve eğlenebilirsin,
İnsanlar delirmiş bu demezler;
Çünkü onlar bilecekler ki sen vatanın için savaştın,
Ve bu yüzden zerre kadar dertlenmeyecek hiçbiri.”
“Çanakkale’de yazılan destan, oradaki birlik ve beraberlik duygusu, azim ve kararlılığın bizi birbirimize ne kadar güçlü bağlarla bağladığının kanıtıdır. Bu bağı savaşta gösterdiğimiz gibi barışta da tekrar etmek, en fazla çaba harcamamız gereken konulardandır.” diyor, Sayın Milletvekilimiz Sakine Öz. Ne kadar da haklı…
Savaşsız bir dünya umudu ile, tüm şehitlerimizi saygıyla anıyorum.
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Paylaş