Paylaş
Bir varmış, bir yokmuş… Üç çocuklu çok güzel bir aile varmış… Bu güzel ailenin üç küçük kız çocuğu tepeden tırnağa giydirilirmiş bayramlarda… Yeni giysilere sahip olabildikleri tek zamanlarmış bayramlar. Elbiselerini odalarının kapısına asar, ayakkabılarını ise koyunlarına alıp yatarlarmış bayram arifesinde.
O bayram sabahı da, biri 7 yaşında, biri 5 yaşında, biri 2 yaşında üç küçük kız büyük bir heyecanla uyanmışlar. Kız Enstitüsü’nde kendileri için dikilen fırfırları elbiseleri ilk defa giyecekleri için içleri içlerine sığmıyormuş. Anneleriyle birlikte kapıya dizilmiş, babalarının bayram namazından dönmesini beklemeye başlamışlar. O sabah hepsi, Baba gelir gelmez elini öpmüşler. Sakız beyazı mendiller içinde günün ilk harçlığını almışlar. Babaları Merkez Bankası’nda çalıştığından, el değmemiş gıcır gıcır banknotlar koyarmış o güzel mendillerin arasına. Günün tek heyecanlı kısmı bu değilmiş elbette… Kahvaltıdan sonra iki mahalle ötede oturan anneanne ile dedeye gidilmiş, elleri öpülmüş, dantellerle süslü ipek mendiller arasına gizlenmiş harçlıklar alınmış, anneannelerinin akşamdan hazır ettiği bayram yemeğinin üstüne yine anneannelerinin meşhur bayram tatlısı yenmiş…
Ertesi gün trene binip başka bir şehirde yaşayan babaanne ve dedeleriyle bayramlaşmak üzere yola koyulmuşlar. Onların evine vardıklarında, hepsi birden kucağına atlamışlar beyaz sakallı din âlimi dedelerinin. Yine almışlar bayram harçlıklarını… Ama bu sefer babaannelerinin el emeği oyalı daneler arasında… Sonra üst kattaki amcalarına çıkmışlar. Amcalarının iki çocuğu varmış o zamanlar, bir kız, bir de oğlan… Hasretle kucaklaşmışlar birbirleriyle. Birbirlerini çok seven iki erkek kardeşin çocukları amcalarının verdikleri harçlıkları almışlar bu kez de…
Gittikleri şehirde yaşayan tüm akrabalarını ziyaret etmişler. Tüm büyüklerin ellerini öpmüşler. Büyük küçük herkesin birbirine ilettiği sevgiyi yaşamışlar.
O bayram sabahından 50 yıl sonra, üç kız kardeş bambaşka şehirlerde uyanmışlar bir başka bayram sabahına… Kalpleri birlikteymiş, bedenleri farklı yerlerde olsa da… Bayram namazından dönmesini heyecanla bekledikleri babaları da, onu beklerken birlikte sıraya dizildikleri anneleri de, çok sevdikleri amcaları ve yengeleri de çoktan göç etmişler o meçhul diyara. Hatta kızların en büyüğünün kırk yıllık eşi bile katılmış o meçhul diyara gidenlerin arasına.
Ama üç kız kardeş ve kuzenleri her bayram sabahı farklı şehirlerde de olsalar sarılmayı sürdürmüşler birbirlerine… Her daim sevgileriyle sarmalandıklarını hep hissetmişler.
Şimdi bakıyorum da, anılardan ve de solmuş fotoğraflardan başka hiçbir şey kalmamış o günlerden geriye. Bayramlar artık “tatil”den başka bir anlam taşımıyor çoğu kişi için. Oysa ki bayramları sıradan tatil günlerine dönüştürmek yerine, hayatı bayram yapabilsek ne de güzel olurdu!.. Şenay Yüzbaşıoğlu’nun sözleri ile, keşke:
“Hayat Bayram Olsa
Şu dünyadaki en mutlu kişi
Mutluluk verendir
Şu dünyadaki sevilen kişi
Sevmeyi bilendir
Şu dünyadaki en güçlü kişi
Güçlükten gelendir
Şu dünyadaki en bilgin kişi
Kendini bilendir
Bütün dünya buna inansa
Bir inansa
Hayat bayram olsa
İnsanlar el ele tutuşsa
Birlik olsa
Uzansak sonsuza
Şu dünyadaki en olgun kişi
Acıya gülendir
Şu dünyadaki en soylu kişi
İnsafa gelendir
Şu dünyadaki en zengin kişi
Gönül fethedendir
Şu dünyadaki en üstün kişi
İnsanı sevendir…”
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
SEVMEYİ BİLEN HERKESİN BAYRAMI KUTLU OLSUN!
Paylaş