Paylaş
Çok uzun bir aradan sonra yine bir konser salonundayım… Sahnede icra edilen müzik yalnızca kulaklarıma değil vücudumun tüm hücrelerine nüfuz ediyor. Karmaşık duygular içindeyim. Bir yanım keyif alıyor bu müzikten, diğer yanım ise ‘buna hakkın yok’ diye bağırıyor.
Kızımın arzusu ile buradayım. Ancak, sanırım, o da beni mutlu etmek için aldı bu konser biletlerini. Zira çocukluğumdan beri Nesrin Sipahi hayranı olduğumu, herkes gibi kızım da çok iyi biliyor. Gençlik yıllarımda İstanbul Yelken Kulübü’nde Nesrin Sipahi katılımıyla yapılan meşk akşamlarını çok dinledi benden masal olarak.
“Ömür çiçek kadar narin bir gün kadar kısa”…
Ülkemizi teröristlerden temizlemeye çalışırken şehit düşen askerlerimizin ve emniyet görevlilerimizin geride kalan eşlerini, çocuklarını düşünüyorum… Onların acılarını içimin en derinliklerinde hissediyorum. “Ağlama değmez hayat bu gözyaşlarına” demek gelmiyor içimden… Bunun mümkün olmadığını çok iyi biliyorum çünkü…
Suruç’ta, Ankara’da, İstanbul’da, Diyarbakır’da, Bursa’da, Mardin’de, Şanlıurfa’da ve diğer illerimizde gerçekleşen bombalı saldırılarda hayatını kaybedenleri ve geride kalan yakınlarını düşünüyorum… İçim yanıyor… Ama bir türlü “Ağlama değmez hayat bu gözyaşlarına” diyemiyorum…
“Her damla yaş oyuk oyuk iz bırakır kalbimde”…
Ülkemiz ve çevremiz adeta bir kan gölü. Bazılarımız her şey normalmiş gibi yaşarken, daha doğrusu yaşamaya çalışırken; bazılarımız da savaşı yaşıyor. Kimileri ölüyor, kimileri sakat, kimileri ise öksüz ve dul kalıyor. Daha da acısı bazı anne ve babalar evlâtlarını yitiriyor. Kendimi onların yerine koyuyorum ve inanın yaşadıklarını düşündüğüm acıyı ben bile taşıyamıyorum. Bu durumda nasıl diyebilirim ben onlara: “Ağlama değmez hayat bu gözyaşlarına”…
“Ömür çiçek kadar narin bir gün kadar kısa”…
Aylan bebeğin sahile vuran cansız bedeninin görüntüleri geliyor gözümün önüne. Ülkesindeki savaştan kaçarak hayatını kurtarmaya çalışırken bu dünyadan ayrılmış olan diğer mültecileri hatırlıyorum. Aradan geçen bunca zamana karşın bu soruna hâlâ bir çözüm getirilmiş değil. İşte bu gerçek bir tokat gibi çarpıyor yüzüme.
Suriye’deki savaşın korkunç yüzünü simgeleyen Aylan bebek, tıpkı tüm diğer çocuklar gibi bir çiçekti. Ömrü, bir gün kadar olmasa da, üç yıl kadar kısa sürdü… Kim bilir daha bilmediğimiz nice Aylan bebekler henüz yaşamadan kaybetti hayatını bu acımasız savaşta… Şimdi soruyorum sizlere: “Ağlama değmez hayat bu gözyaşlarına” denilebilir mi böyle bir durumda?
“Her damla yaş oyuk oyuk iz bırakır kalbimde”…
Çocuklara karşı işlenen cinsel istismar ve sömürü suçlarının son beş yılda %50 oranında artmış olduğu geliyor aklıma. Çocuk ve Haklarını Koruma Platformu’nun mahkemelere ulaşmadan üstü kapatılan çocuk gelinler, çocuk işçiler ve çocuk yoksulluğu vakalarının Türkiye’deki çocuk istismarı boyutunun düşünülenden çok daha fazla olduğunu gösterdiğine dikkat çekmiş bulunduğunu hatırlıyorum. Bu konunun niçin daha ciddi olarak ele alınmadığını düşünüp duruyorum… Ve sessiz hıçkırıklarımı “Ağlama değmez hayat bu gözyaşlarına” diyerek susturamıyorum…
Eminim hiçbirimiz unutmadık Özgecan’ı ve onu takip eden benzer vakaları. Kadına şiddet, kendimi bildim bileli, ülkemizin kaçınılmaz bir gerçeği. Hastane odalarında bile tecavüzlerin yaşandığı bir toplumuz biz. 15 yaşındaki çocukların dayılarının, amcalarının, hatta babalarının tecavüzüne maruz kaldığı, onlar tarafından hamile bırakıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Bazı durumlarda baba çocuğuna cinsel istismarda bulunurken anne “biraz daha dayan kızım, babana itaat etmek senin görevin” diyebiliyor. Ve tüm bu yaşananlar karşısında ya hiçbir önlem alınmıyor ya da alınan hiçbir önlem işe yaramıyor. Ancak bu iki seçenekten hangisi doğru, doğrusunu isterseniz, ben bilmiyorum… Elim kolum bağlı… Yalnızca içim yanıyor… “Ağlama değmez hayat bu gözyaşlarına” diyemiyorum…
“Ömür çiçek kadar narin bir gün kadar kısa”…
15 Temmuz gecesini düşünüyorum. Darbe girişimi sırasında hayata gözlerini yumanlar, yaralananlar ve sakat kalanlar geçiyor gözlerimin önünden. Bu duruma nasıl geldiğimizi, istihbaratımızla bu kadar övünürken nasıl olup da hiçbir şeyin farkına varmadığımızı düşünüp duruyorum. Kaybettiğimiz canların unutmaya çalıştığım acısı yeniden gün yüzüne çıkıyor. Kendimi o canların geride kalan yakınlarının yerine koyuyorum, dayanmaya çalışıyorum…
O gece sakatlanan, sayısını bilmediğim muhtemelen de hiç bilemeyeceğim, kişileri düşününce daha da artıyor içimin acısı… Bu kez dayanamıyorum… Ne mümkün diyebilmek: “Ağlama değmez hayat bu gözyaşlarına”…
İzlemiş olduğum II. Dünya Savaşı’nı konu alan filmleri hatırlıyorum. O filmlerdeki balo sahneleri geliyor gözlerimin önüne. Hani şu askerler cephede savaşırlarken Nazi subaylarının kendilerini eğlendirdikleri balolar var ya, işte onlardan söz ediyorum. Ülkemin bir bölümünde savaş koşulları yaşanırken bu konser salonunda olmak hiç ama hiç sinmiyor içime.
Evet, her damla yaş oyuk oyuk iz bırakıyor kalbimde… Ancak öte yandan, Nesrin Sipahi ve ona eşlik eden diğer solistlerin sesi bir başka dize ile yankılanıyor kulağımda:
“Hayat şarap gibidir keder de var neşe de”…
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Not: Bugün babamın doğum günü. Yaşamış olsaydı, 97. yaşına girecekti. Tam 25 yıl oldu onu kaybedeli. Ve ben tam 25 yıldır özlüyorum onu, hem onu hem de onunla birlikte kaybettiğim çocukluğumu… Tek tesellim bugün bizlerin yaşadığı acıları yaşamak zorunda kalmamış olması. “Bir gün yeniden biraraya gelinceye kadar ışıklar içinde kal canım babam, doğum günün kutlu olsun!”
Paylaş