Paylaş
Bugünkü yazıma bir hikâye ile başlamak istiyorum.
Bir zamanlar bir çiftçi yaşarmış memleketin birinde. İki oğlu varmış. Günü gelip de bu dünyadan göçtüğünde, bir tarla miras bırakmış oğullarına. Bu iki oğul tarlayı ortasından ikiye bölerek paylaşmışlar. Her ikisi de kendine düşen payı ekmiş biçmiş. Hasat zamanı geldiğinde ikisi de ürünlerini ambarlarına toplamışlar. Oğlanlardan bir tanesi: “Bu paylaşım adil olmadı,” demiş kendi kendine. “Ben evliyim, çocuklarım var, onlar bana bakabilirler. Kardeşim ise yalnız yaşıyor, dara düştüğünde ona bakacak kimsesi yok, onun daha fazla ürün alması gerekiyor.” Bu düşünceyle, yüklenebileceği kadar ürünü çuvala doldurup sırtına almış ve kardeşine götürmek üzere yola çıkmış. Bu arada diğer kardeş de aynı şekilde paylaşımın adil olmadığını düşününüp: “Kardeşim evli, eşi ve çocukları var,” demiş, “bense yalnızım, bakmam gereken kimse yok. Onun benden daha çok ürün alması gerekiyor.” Ve bu düşünceyle o da yükleneceği kadar ürünü doldurmuş çuvala, sırtlanmış ve yola koyulmuş. Yolun ortasında karşılaşmış iki kardeş, birbirlerinin düşüncelerini anlayıp sıkıca sarılmışlar.
Hikâyemiz burada sona eriyor. Benim babamla amcam da tıpkı bu hikâyedeki gibi birbirlerini çok seven ve kollayan iki kardeşti. Onlardaki bu ruh çok şükür ki biz çocuklarına da geçti. Biz amcamın üç çocuğuyla kardeş gibi büyüdük.
Amcamın büyük kızı ile aynı yaşlardaydaydık. Ayrı şehirlerde oturuyor olmamıza karşın çok yakındık birbirimize. Bütün sırlarımızı paylaşır, bir araya geleceğimiz günleri iple çekerdik. Aradan yıllar geçti, ikimiz de büyüdük ve çoluk çocuğa karıştık. Yakınlığımız hiç değişmedi, sevgimiz ise giderek daha da büyüdü.
Sarışın mavi gözlü, çok güzel bir kadındı benim kuzenim; ruhunun güzelliği yüzüne yansımıştı sanki. Bundan üç buçuk yıl kadar önce minicik bir tümör çıktı göğsünde benim güzel kardeşimin. Hemen ameliyat oldu, ardından da tedbir için kemoterapi ve radyoterapi tedavisi gördü. Tüm bu tedaviler sırasında moralini hiç bozmadı, yaşama biçimini hiç değiştirmedi. Adeta meydan okudu o kötü hastalığa. Bir süre iyiydi, sonra tekrar nüksetti hastalığı. Ve o günden bugüne süren yoğun bir tedavi dönemi başladı. Hayatımda gördüğüm en dirayetli kadın olan canım kardeşim var gücüyle mücadele etti hastalığı ile. Kendinden önce çocuklarını ve bizleri düşünmeyi hiç bırakmadığı gibi kendini de bırakmadı. Her zaman çok şıktı, zarafetinden de hiç ödün vermedi. Çok şık şapkalar aldı kendine. Ona bakanlar hasta bir kadın değil, mecmua kapağından fırlamış bir model gördüler. Yani, her şeyi çok iyi taşımayı bilen kardeşim hastalığını karşısındakilere “insan kanseri bile bu kadar güzel mi taşır” dedirtircesine iyi taşımayı bildi.
Onun bu dirayetli tutumu öyle inandırdı ki beni iyileşeceğine, aklıma kötü bir şey getirmez oldum. Ancak son zamanlarda biraz kötüye gitti durumu, ama yine de düzeleceğinden emindim. Ne yazık ki düşündüğüm gibi olmadı, dün güzelim mavi gözlerini bir daha açmamak üzere kapattı. Eşi ve çocukları cenazesini doğup büyüdüğü, yaşadığı şehre götürdüler. Bugün orada yapılan törenle aile kabristanına defnedildi. Bense hastalığımın beni en çok acıttığı günlerden birini yaşıyorum. Ne yazık ki çok sevdiğim kardeşim son yolculuğuna uğurlanırken yanında olamadım Tıpkı hastanede yanında refakatçi olarak kalıp, ona yardımcı olamadığım gibi. Böyle zamanlarda bir tokat gibi çarpıyor yüzüme engelim. Yalnızca böylesi zamanlarda üzülüyorum engelli olduğum için.
Engelin bir bölümü benden kaynaklanıyor olsa da, bir bölümü de şartlardan kaynaklanıyor aslında. Evet, belki hastanede refakatçi olabilmem hiç mümkün değil engelimden ötürü. Ama ulaşım şartları engelliler için uygun olmuş olsa, mesela tekerlekli sandalyem ile seyahat edebileceğim şehirlerarası bir otobüs olmuş olsa, en azından cenaze merasimine katılabilirdim. Son yolculuğunda yanında olup ona veda edebilirdim; çok sevdiğim eşine, kardeşlerine ve kızlarına destek olabilirdim; acımı onlarla paylaşarak yaşayabilirdim. Ama olmadı, olamadı işte…
Dün benim 40 yıl önce kaybettiğim annemin doğum günüydü. Canım kardeşimin belki de annemin doğum gününü kutlamak için aramızdan ayrıldığına inandırmak istedim kendimi. Çünkü annem bizleri sevdiği kadar çok severdi onu da. Annem, babam, amcam, yengem, kardeşim Neşe ve elbette sevgili eşim Özer karşılamışlardır gittiği yerde. Canım kardeşim Mesude Domaniç Dereboy bir hediyeydi bizlere. Kendi payıma, şükrediyorum bunun için Tanrı’ya.
Güle güle sevgili Mesude… bir gün yeniden buluşacağımıza yürekten inanıyorum.
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Not: Bu yazı 1 Mayıs Pazar günü kaleme alınmıştır.
Paylaş