Paylaş
Fasiyo Skapulo Humeral Musküler Distrofi –Faciyocscapulohumeral Muscular Dystrophy– (FSHD), genetik bir hastalık olan Musküler Distrofi’nin (MD) en yaygın görülen türlerinden biri. İlerleyici olan ve giderek tüm bedene yayılan bu hastalık yarattığı kas güçsüzlüğü nedeniyle çeşitli fonksiyon kayıplarına neden oluyor. Ancak, genetik olarak FSHD tanılı hastaların yaklaşık üçte birinde yalnızca klinik testlerle tespit edilen belirtiler gözlenmiyor.
FSHD, giderek bütün vücut kaslarını tutabilse de, ön planda yüz, kürek kemiği (skapula) ve omurga çevresinde yer alan kasları tutan bir hastalık. Omuz ve skapula çevresinde çok sayıda kas, omuz hareketleri sırasında koordineli bir şekilde çalışıyor. Sadece skapula üzerine yapışan 15’ten fazla kas tanımlanmış bulunuyor. Fizyolojik bir omuz hareketi bu kasların tamamının fonksiyon görmesini gerektiriyor. Bu hareketin en temel özelliklerinden biri, deltoid adı ile bilinen ve omuz kuşağımıza şişkin görüntüsünü veren hacimli kasın çalışması sırasında, skapulanın bulunduğu yere sabitlenerek tüm gücün kola aktarılabilmesi. FSHD, skapula çevresinde stabilizasyon ile görevli kasların çalışmamasına ve kaybolmasına (atrofi) neden oluyor. Bunun sonucunda deltoit tarafından üretilen kuvvet, skapula ve kol arasında paylaşılarak etkisini kaybediyor. Yere sarkıttığımız konumdan 120-140 derece yukarıya kalkmasını beklerken, hareketin yarısı skapula tarafından yapılarak kol ancak 60-80 derece yukarı kalkabiliyor. Skapula ise sırtta belirginleşerek "kanat skapula" adı verilen deformiteyi oluşturuyor. Bu durum omuz fonksiyonlarının ciddi düzeyde etkilenmesi ile sonuçlanıyor.
Bu problemin tedavisinde "skapulatorasik artrodez" adı verilen cerrahi yöntem kullanılıyor. Skapula, göğüs kafesine yani kaburgalara sabitleniyor ve hareket sırasında kaslar tarafından stabilizasyon gereksinimi ortadan kalkıyor. Bu stabilizasyon görevi, iki kemik arasında oluşan kaynama dokusu tarafından üstleniliyor. Omuz tarafından üretilen kuvvetin tamamı kola aktarılıyor ve kolu kaldırma sırasında ortaya çıkan güçlük ortadan kalkmış oluyor. Bu cerrahi sonrasında elde edilen kaldırma miktarı, omuz çevresi kasların etkilenme düzeyine göre değişkenlik gösterebilirken, sıklıkla 120 – 130 derecelerin üzerine ulaşabiliyor. Söz konusu cerrahi yöntem ile kazanılan fonksiyonel faydanın yanı sıra, skapulanın tekrar fizyolojik yerine alınması sayesinde omuz düşüklüğü gideriliyor ve kozmetik düzelme de sağlanıyor.
Kızım Zeynep Yelçe’nin 10 Haziran’da geçirmiş olduğu ameliyat da yukarıda sözünü ettiğim"skapulatorasik artrodez" adlı cerrahi yöntemin bir örneği. Büyük bir başarı ile sonuçlanan ameliyatı gerçekleştiren
Prof. Dr. Mehmet Demirhan’a
Dr. İlker Eren’e
Dr. Olgar Birsel’e
Anestezi Uzmanı Dr. Mete Manici’ye
ve
Ameliyat sonrası sürecini titizlikle takip eden Dr. Caner Günerbüyük’e ben ve kızım, sonsuz teşekkürlerimizi sunarız.
17 Haziran 2016 tarihli “Özür” yazımda ameliyat sonunda bir komplikasyon yaşadığımızdan ve kızımın bir operasyon daha geçirdiğinden söz etmiştim sizlere. 15 Haziran 2016 tarihinde yapılan bu operasyonla sağ akciğerde biriken sıvı kısmen boşaltıldı. Artan sıvının boşalabilmesi için de sağ akciğere bir kateter takıldı. Bu ikinci ameliyatı, son derece önemli olan ilk ameliyata zarar vermeden, büyük başarı ile gerçekleştiren
Göğüs Cerrahisi Uzmanı Dr. Suat Erus’a
ve
Anestezi Uzmanı Dr. Seçil Çetin’e de yürekten teşekkür ederiz.
Koç Üniversitesi Hastanesi artık bizim hayatımızın bir parçası haline geldi. Hastanenin başarıları beni hem umutlandırıyor, hem de gururlandırıyor. 9 Ekim 2015 tarihli “Kas hastalıkları için yeni umutlar” başlıklı yazımda Koç Üniversitesi’nde Prof. Dr. Hülya Kayserili önderliğinde başlatılmış olan FSHD konulu genetik araştırmadan söz etmiştim sizlere. Bu araştırma, denek sayısı, artarak devam ediyor. FSHD konusunda genetik araştırma yakın zamana değin tüm Avrupa’da yalnızca tek bir merkezde yapılabiliyordu. Türkiye’nin aynı gen araştırmasını yapan ilk ve tek merkezi olan Koç Üniversitesi Hastanesi Avrupa’nın da bu konudaki ikinci merkezi oluyor.
FSHD için ilk klinik tanımlama 1885 yılında Landouzy ve Dejerine tarafından yapılmış olmakla birlikte, geniş hasta serileri 1950 ve 1953lerde rapor edilmiş bulunuyor. FSHD hastalığının klinik seyri ve eşlik eden bulguları ile ilgili makaleler tıp dergilerinde yayınlanmayı halen sürdürüyor.
1980’li yıllarda tek gen hastalıkları ile ilişkili genler tanımlanmaya başlayınca, araştırmacılar FSHD’nin de genini bulmak, genetik yapısını çözmek için çalışmalarını yoğunlaştırdılar. 1989-1992 yılları arasında, hastalığın 4. kromozomun uç bölgesinde (telomerik bölge) tekrar sayılarındaki azalma ile ilişkisi olduğu gösterildi. Hastalığın klinik seyri tekrar sayısındaki azalma ile ters orantılıydı. Hastaların küçük bir bölümünde ise tekrar sayısında değişiklik gözlenmezken, hastalık bulguları vardı ve bu grup FSHD2 olarak adlandırıldı. Sonraki 20 yılda genetik yapısı çözülen hastalıkların sayısı yüzlerden 4-5 binlere ulaştı. 2012 ve 2013 yıllarında FSHD hastalığından sorumlu ikinci gen (SMCHD1) bulundu. Bu gen epigenetik mekanizmalardan biri olan metilasyon mekanizmasından sorumluydu. Şimdi ikinci bir terimi daha öğrenmemiz gerekiyordu: epigenetik. DNA ile kodlanmayan genetik yapıdaki değişiklikler, subtelomerik bölgedeki tekrarların sıkışması hipometilasyona (gen ürününün okunmamasına) neden oluyordu ve hipometilasyon yakın bölgelerdeki genlere ve hatta
4. kromozomda yer alan tekrarların çok benzerlerine sahip 10. kromozomun uç bölgesine de yayılıyordu. Ardından yeni bir bilgi daha geldi. Bizler hastalığımızın, ailevi olduğunu ve otozomal baskın kalıtıldığını biliyorduk. Bazı hastaların ailelerindeki ilk olgular (sporadik, yeni mutasyon) olduğu söyleniyordu. Ama bu klasik genetik bilgiydi. Şimdilerde bu hastaların yarısının hücrelerinin bir kısmında mutasyon olduğu gösterilmiş bulunuyor (Mozaik -somatik mozaik- kavramı).
Bütün bunları niye mi yazıyorum, hastalığımızı biz yaşıyoruz ve iyi biliyoruz. Bilim insanları hastalığımızın genetik nedenini yoğun bir şekilde araştırmaya devam ediyorlar. Onların mesleklerinin ana hedefi hastalarına şifa dağıtmak, onları tedavi edebilmek. Hipokrat yeminini de bunun için etmişler. Son 20-30 yıldır tıp teknolojisindeki ivmeyle genetik bilginin hızla arttığına şahit oluyoruz. Ve genetik hastalıklar için tedavi ancak hastalığın genetik açıdan oluşumu tam anlaşılınca mümkün olabilecek. Genetik tedavi konusundaki en son ve en güncel yeniliklerden biri, genin yeniden yazılımı (gene-editing). FSHD hastaları için bu bir olasılık olabilir, yeter ki SMCHD1 genindeki mutasyonunuzu bilin veya
4. kromozomun uç kısmındaki tekrar sayınız belirlenmiş olsun. Hedef FSHD hastalarının çoğunda (%95) tekrar sayısının artırılması ve metilasyon mekanizmasını değiştirmek olacak.
Avrupa Birliği destekli araştırma çağrıları 2023 yılına kadar 200 tek gen hastalığına etkin tedavi bulunması için planlanmış durumda ve öncelik tedavi ilişkili olanlarda.
Koç Üniversitesi hastanesinde FSHD alanındaki çalışmalar yoğun olarak sürdürülüyor. Öncelikle bu karmaşık genetik yapıya sahip FSHD hastalığında, hastaların her birine özgün genetik bozukluğun tanımlanması gerekiyor. Ve rastlantılar bilimi şekillendiriyor. SMCHD1 geni ile ilişkili ikinci bir hastalığın tanımlanmasına yine Koç Üniversitesi ekibi katkıda bulunuyor. Bu doğuştan gelen (konjenital) çok nadir bir hastalık; adı, Bosma sendromu (doğuştan burun yokluğu ve göz küçüklüğü). Ve araştırmacılar yeni genin tanımlanmasından çok, belki FSHD ile ilgili önemli bir ipucu yakaladık diye seviniyorlar. Onların heyecanına eşlik etmek için ben de tüm FSHD hastalarını FSHD araştırmasına dâhil olmaya davet ediyorum. Ayrıca, belki bizler de FSHD hastaları olarak bir araya gelebilir ve hastalığımızın tedavisinin bulunmasında etkin rol oynayabiliriz.
Umarım, FSHD’nin tedavi edilebildiğini göreceğimiz günler çok uzak değildir.
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Paylaş