Paylaş
Geçtiğimiz hafta, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nda Duchenne Musküler Distrofi konusunu gündem alarak gerçekleştirilen bir toplantıya katılmak üzere Ankara’ya gitmiş olduğumu hemen hepiniz biliyorsunuz. Toplantıda görüşülenleri ve izlenimlerimi bundan önceki iki yazımda sizlerle paylaşmıştım. Bugün de, İstanbul-Ankara seyahatim sırasında yaşadıklarımı aktarmaya çalışacağım.
10 Temmuz Çarşamba günü öğle saatlerinde Bakanlık tarafından yönlendirilen bir araç beni ve yardımcımı alarak Sabiha Gökçen Havaalanı’na götürdü. Evim Kadıköy yakasında olduğu, için bu havaalanından uçmayı ben istemiştim. Havaalanında check-in işlemlerinde bize yardımcı olacak bir aile dostumuzla buluştum ve birlikte işlemlere başladık. Kontuar görevlisine uçuş sırasında oksijen tüpüne ihtiyacım olduğunu bildirdiğim zaman bu konunun havayolu şirketine önceden iletilmesi gerektiğini öğrendim. Ancak kontuar görevlisi son derece iyi niyetli ve yardımsever bir kişiydi ve hemen benim için oksijen tüpü araştırmaya başladı. Bu arada doktorumla da görüşüp dakikada ne kadar oksijen almam gerektiğini öğrendi. Orada bir süre bekledikten sonra konunun çözümlendiğini ve oksijen tüpünün uçağa yüklendiğini haber aldık. Tamamen benim bilgisizliğimden kaynaklanan bu sorunu kısa süre içinde çözerek beni Ankara’ya uçuran havayolu görevlilerine bir kez daha teşekkür ediyorum.
Check-in işlemlerimizin tamamlanmasının ardından, beni havaalanında görevli bir refakatçi eşliğinde uçağa bineceğim kapıya yönlendirdiler. Bana ayrılan yer uçağın en arkalarındaydı. Oraya kadar uçak içlerinde kullanılan daracık sandalye üzerinde gitmek benim için çok zor oldu. Hostesler beni cam kenarına oturtma konusunda ısrarcı oldular. Beni cam kenarına geçirmek üzere çağırdıkları elemanlar ise tutulacak bir yerim olmadığını, bu yüzden beni nasıl taşıyacaklarını bilemediklerini ve bu şartlarda cam kenarına geçiremeyeceklerini söylediler. Ankara’ya gitmekten vazgeçip uçaktan inmek istedim, ancak yardımcım kalmamda ısrarcı oldu ve kucağında sürükleyerek cam kenarına oturttu beni. Bu durumda her ikisi de çıkık olan omuzlarım fazlasıyla hırpalandı ve bugün bile ağrımaya devam ediyor.
Yolculuğu yaşlı gözlerle tamamladım. Uçaktan inmek için yine aynı şekilde çekiştirilerek koridor başındaki koltuğa taşındım ve yine yardımcım tarafından daracık sandalyeye oturtularak uçağın çıkış kapısına getirildim. Neyse ki tekerlekli sandalyem oraya getirilmişti; biz de böylece ilâve bir sorun yaşamaktan kurtulmuş olduk. Havaalanı çıkışında Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nda görevli Ahmet Uzun Bey bizi karşıladı. Kendisi ile birlikte bilet satış ofisine giderek oksijen tüpü kullanmam gerektiğini bildirdik. Böylece dönüşte en azından bu konuda herhangi bir sorun yaşamayacaktık.
Bizi kalacağımız otele Ahmet Bey bıraktı. O gece ağrıdan ve yorgunluktan uzun müddet uyuyamadım. Neyse ki ertesi günkü toplantı saat 14.00’te başlayacağından, sabah dinlenmeye vaktim olacaktı.
Ahmet Bey, 11 Temmuz’da beni ve yardımcımı otelden alarak toplantının yapılacağı Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na götürdü. Saat 17.00’de bitmesi planlanan toplantı 19.30’a kadar devam etti. Önceki yazılarımda da belirtmiş olduğum gibi son derece verimli bir toplantı oldu. Akşam yemeğinde toplantı katılımcılarından DMD hastası Çağlar Özyiğit ve annesiyle görüşürken, onların da uçak yolculukları sırasında benimkine benzer sorunlar yaşadıklarını öğrendim.
Ertesi gün 11.55 uçağı ile İstanbul’a döndüm. Ne yazık ki yine sürüklenerek cam kenarındaki koltuğa taşındım. Ancak bu defa böylesi önemli bir toplantıya katılmış olmanın mutluluğu canımın acısını azaltıyordu sanki. Döndüğüm günden beri engellilerin uçak yolculukları sırasındaki sıkıntılarını azaltabilme konusunda ne yapılabileceği konusu üzerinde düşünüp duruyorum.
Umarım bir çıkar yol bulabilirim.
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Paylaş