Paylaş
1968 yılı yazında Üsküdar Amerikan Lisesi’nde onuncu sınıftan on birinci sınıfa geçmiştim. Yaz tatilinde lisanımı kullanabileceğim ufak tefek işlerde çalışarak harçlığımı çıkarmaya çalışıyordum. Bu yüzden, Ağustos ayında İstanbul Yelken Kulübü'nde yapılacak olan Balkan Yat Yarışları Sekreterliği görevini üstlenmem teklif edildiğinde hemen kabul etmiştim.
6 Ağustos sabahı, benimle çalışacak olan bir arkadaşımla birlikte, göreve başladım. Yarışı takip etmek üzere kulübe gelen gazetecilerle ilgileniyor, bilgi almak için telefon edenlerin sorularını cevaplıyorduk. Gün oldukça sakin geçiyordu. Ta ki akşam üzeri kapıdan içeriye uzun boylu, yakışıklı bir genç girinceye kadar… Her ne kadar o anın hayatımın dönüm noktası olacağını anlamamış olsam da o gençten etkilenmiştim. Genç adam kendini tanıtarak Milliyet Gazetesi’nin spor servisinde çalıştığını ve kendisinin de yelkenci olduğunu söylemişti. Sesi de kendisi kadar etkileyiciydi…
Eşim Özer Yelçe ile işte böyle tanıştık. O’na önce “Özer Bey” diye hitap ettim. “Bey” sözünü kullanmamamı istedi. “Özer Ağabey” dedim, onu da beğenmedi. Sonunda, o gün için benden oldukça büyük olan birisine adıyla hitap etmek durumunda kaldım.
Yarışların devam ettiği beş gün süresince her gün geldi Özer Yelçe. Sohbet ettikçe biraz daha yakınlaştık birbirimize. Ve Özer yarış sonunda düzenlenecek olan yemek davetine birlikte gitmemizi teklif etti. Bu yemeğe dışarıdan kimse katılamayacağımdan, başka davetler de aldım. Ancak ben Özer’in davetini kabul ettim.
Yarışların sona erdiği gün olan 10 Ağustos’ta önce İstanbul Yelken Kulübü’nde bir tören yapıldı ve yarışın kazananlarına kupaları verildi. Merasim sırasında Özer’in kapıdan içeriye girdiğini gördüm ve o an kendisinin davetini kabul ederek çok doğru bir karar vermiş olduğumu düşündüm.
Yemek daveti Moda Deniz Kulübü’nde verilecekti. Merasimin ardından davet mekânına gitmek üzere tekneye binerken elini uzattı bana Özer. Ve ilk kez bundan tam elli iki yıl önce tuttuğu elimi, yaşadığı sürece hiç bırakmadı.
Tanıştıktan iki yıl sonra, ben liseyi bitirir bitirmez evlendik. Evliliğimizin ilk yılı tamamlanmadan anne oldum. Kızım yedi aylıkken çalışmaya başladım. Bir yandan da dışarıdan, günümüzde Marmara Üniversitesi’ne bağlı olan Atatürk Eğitim Fakültesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü’nde okuyordum. Oldukça zor olan hayatım, o hayatı benimle paylaşan Sevgili Eşim sayesinde kolaylaşıyordu. Acısı ve tatlısı ile birlikte geçirdiğimiz günler her şeye rağmen çok güzeldi. Kırk üç yıllık bir beraberliğin ardından hayat arkadaşımı kaybetmek çok zor geldi bana. Tarifsiz acılar çektim. Ama sonra yıllar önce seyrettiğim bir filmi hatırladım.
Bu Filmin adı “Gölge Topraklarda” (Shadowlands) idi. Filmin başrollerini Anthony Hopkins ile Debra Winger paylaşıyorlardı. Anthony Hopkins bir edebiyat profesörünü, Debra Winger ise bir çocuk kitapları yazarını canlandırıyordu. Filmde bir anlaşma gereği evlenen bu ikili, zaman içinde birbirlerine âşık oluyorlardı. Filmin sonuna doğru kemik kanserine yakalanan genç yazarı eşi memleketine, yani “Gölge Topraklar” a götürüyordu. Çiftin orada bir banka oturarak yaptıkları konuşma filmin beni en fazla etkileyen bölümü olmuştu. Genç yazar orada eşine kendisini hiç istemeyerek de olsa bırakmak zorunda kaldığı için ne kadar üzgün olduğunu anlatıyor ve ona “Biliyorum ki benim ardımdan çok üzüleceksin. Ancak senden tek bir şey istiyorum. Bil ki o zamanki üzüntün aslında bu günkü mutluluğumuzun bir parçası olacak.” diyordu.
O tarihte bu sözlerin ne manaya geldiğini sanırım tam olarak anlayamamıştım. Bilmiyordum ki ancak eşimi kaybettikten sonra vakıf olacaktım genç yazarın söylediklerinin anlamına ve bu sözlerin ne kadar doğru olduğuna.
Artık, acımın aslında Sevgili Eşimle paylaştığımız kırk üç yıllık bir mutluluğun kaçınılmaz sonucu olduğunu biliyorum. O’nu her anışımda içim bir yandan çok acıyor, diğer yandan ise mutlulukla doluyor.
Bugün, beraberliğimizin ilk adımını attığımız günün 52. yıldönümü. Eşim hayattayken her yıl kutladık her ikimiz için de çok önemli olan bu günü. Bugün, aynı zamanda, bu özel gündeki yalnızlığımın dokuzuncu yılı. Kim bilir, belki de tüm bu anıları sizlerle paylaşarak unutmak istedim bu yalnızlığı…
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz günler dileği ile…
Paylaş