Serinin 1977 yapımı ilk filmi “Yıldız Savaşları: Yeni Bir Umut”u seyrettiğimden beri hayranıyım. Yıldız Savaşları, George Lucas’ın muhteşem vizyonu ile oluşturulmuş bir evren.
“Star Wars” serisi bana göre aslında insan ruhundaki ikiliği anlatan bir felsefe ile görsel olarak tasarlanmış bir evreni anlatır.
Felsefesi ve içeriğiyle aslında bilimkurgu filminden öte şeyleri anlatır, çok derin bir filmdir. Bu nedenle de 1977’den günümüze daha da kuvvetlenerek gelmiştir. Serinin devam filmleri, bilgisayar oyunları, kostümleri, sahne tasarımları, sözleri, müzikleri ve filmin kahramanları ile bir bütündür.
Büyük hayranı olduğumu bildikleri için, United International Pictures’ın Türkiye’den özel davetlisi olarak bir tek bendenizin katıldığı “Star Wars Celebration Europe” ise muhteşemdi... Peki, Yıldız Savaşları Kutlamaları nedir?
Bu 2 veya 3 gün süren, tüm dünyadan Star Wars hayranlarının toplandığı bir etkinlik aslında. İlk kez 1999’da Colorado’da “Star Wars: Episode I – The Phantom Menace”in tanıtımı için başlatılan bu ekinlik o kadar sevilmiş ki tam 11 tane düzenlenmiş.
15-18 Temmuz’da, Londra Excel Kongre Merkezi’nde düzenlenen son etkinlik, kutlamaların Avrupa ayağı idi.
3 günde 10 bin ziyaretçinin gezdiği, paneller, özel gösterimler, söyleşiler, sergiler, etkinliklerle dolu dolu geçen bu etkinlikte harika şeyler gördüm...
Anneler günü. Bana göre, annelik demek bir insanın dünyaya gelmesine vesile olmak ve onun büyütmek değil. Onunda beraber kendini de doğurup, büyümek demek. Evlat kolay yetişmiyor derler di de anlamazdım. Anne olunca anlıyormuş insan. Kızımın doğumundan sonra, dünya üzerinde yaşayan her insanın bir annenin evladı olduğunu anladığımdan beri, her insana derin bir şefkat besler oldum.
Çevremde bebek sahibi olmak isteyen ne çok arkadaşım var bilseniz. Çok geç yaşta anne oldum, hayatta gerçekleştirmek istediğim önceliklerimden dolayı. Anne olmaya hazırlandım, kendimi hazır hissettiğimde bebek sahibi oldum.
Hayat hiç birimiz için kolay değil. Hepimizin hayatında zorluklar var. İş hayatımız, sosyal çevremizde dengeleri sağlamayı çalışmak annelikle beraber bazen bizi zorlayabiliyor. Bir de çocuklarımızın hayatındaki zorluklar var, çocuklarımız büyüdükçe yaşadıkları çevreyle sorunlar yaşarken, işte o noktada bizlerin en önemli görevi burada başlıyor. Onları bu zorluklarla baş etmede nasıl yönlendirdiğimiz geleceklerini belirliyor. Şiddetsiz, sağduyulu, şefkatli, erdemli, sevgi dolu ve her şeye saygılı, özgüvenli ve özdeğer duygusuna sahip çocuklar hedef olmalı.
Annelik demek, kahraman olmak demek. Annelik demek, hayatta olan ne olursa olsun, yüzünde kocaman bir gülümseme ile evlatlarının karşısına çıkmak demek. Yumuşak ama güçlü, esnek ama kararlı, şefkatli ve disiplinli ama her şeyden önemlisi eğlenceli olmak demek. Ciddiyet bir çocuğa sunulacak son şey. Çocuklarımız bizim aynamız. Davranışlarımızı, tepkilerimizi kopyalıyorlar. Kendimizle ve hayatla iletişimimizle onlara kendi hayatlarında kopyalacakları rol kahramanları oluyoruz.
Anne olunca anladım ki, her zaman elinden gelenin en iyisini yapmalı. Tabi ki hatalarımız olacak, ancak ne olursa olsun, bu hatayı görebilmek, düzeltebilmek ve daha iyisini yapabilmek isteğinde olalım.
Çünkü çocuklarımız bu hayatı nasıl yaşayacaklarını bizlerden kopyalayarak öğrenecekler. Biz çocuklarımızın rehberleriyiz .
Ve, inanın iyi rehberler yanılmayan değil, yanılsa da doğrudan vazgeçmeyen insanlardır.
Anneler üzerine ilk anneler gününde bana gelen hediyenin üstünden yazarını bilmediğim şahane bir hikaye paylaşmak isterim.
İnsanlar hastalandıkça hastanelere ve ilaçlara sarılıyor ancak, ilaçlar, operasyonlar ve gıda takviyeleri dışında günümüzün tıp ve ecza dünyası bize fazlaca bir şey veremiyor. Gerçekten besleyiciliği olan canlı gıdalarla beslenmek, iyi su içmek, kaliteli bir uyku uyumak ve stresle baş etmeyi öğrenerek daha dengeli bir duygusal yapıya sahip olmak gibi gerçekten basit şeyler pek anlatılmıyor. Kendimizi tam anlamıyla sağlıklı hale getirmek ve öyle kalabilmek gerçekten bazen zorlayıcı. Gün içerisinde sokakta veya bir mağazada iken bana gelip, ‘bende sağlıklı olmak istiyorum, ancak yapamıyorum, ne yapmalıyım ‘ diye soran pek çok insan var çevremde. Bugünlerde bunu düşünüyordum. Bu kişilere ne cevap veriyorum biliyor musunuz? Sağlıklı olmadığını düşünerek başlayabilirsin.
Peki nasıl?
Yapacağımız ise basit..
Ayşenin İyi Yaşam Kuralları
Nedeni açık, tüketim hızımıza dünyamız yetişemiyor. Giyip attığımız giysilerimiz, evsel ve diğer atıklarımız ile çöp bir gezegen olma yoluna giderken buna bir dur demek için geri dönüşümün önemine dikkat çekmek amaç.
Kendini gerçekten iyi hissetmenin, sağlıklı olmanın, iletişim kurmanın, gelişmenin, topluma faydalı olmanın ve bir çok aradığımız meziyetin en etkin aracı hizmet etmek ise bizde yaşadığımız topluma etki edebilmek için çaba göstermeliyiz.
Geri dönüşüme destek vermek için neler yapabiliriz?
Geri dönüşüm evde başlar.
Kağıt, cam ve plastik geri dönüştürülebilir. Kağıt, cam ve plastik atıklar için hazırlayacağınız üç farklı geri dönüşüm kutusunda, ilgili atıkları geçici bir süre biriktirebilir, bağlı bulunduğunuz belediye ile irtibata geçerek kutularınızın toplanmasını isteyebilirsiniz. Belediyeler, atıklarınızın alınması için size genellikle belli bir gün veriyorlar. Bazı belediyelerin geri dönüşüm kumbaralarını ise sokaklarda bulabilirsiniz .
Çocuklarımız bu süreçte bizle çalışmalı, çevre bilincini kazanmalılar. aşılayabilirsiniz. Ayrıca aşağıdaki linkler çok bilgilendirici ve geri dönüşüm firmalarına ve kuruluşlarına ulaşmanızı sağlayacak kaynaklar
Doğma hakkına erişip yüzeyine metrekare kapladığımız ve adına dünya dediğimiz bu sahnede yaptıklarımız mıdır? Varoluşumuzu evrene ifade edişlerimiz mi? Yoksa yapmaya geldiğimiz görevlerimizi hap hatırlamak ve buna göre yaşayabilmek mi?
Biliyorum yazıya böyle başlamam sizi biraz şaşırttı. İyi yaşamın içerisinde sadece sağlıklı bir bedene sahip olmak yok. İyi yaşamın içerisinde duygularımız, düşüncelerimiz ve ruhumuzun da iyi olması var.
Dünyayı ve kendimizi iyileştirmek birinci görevimiz, dünya üstündeki tüm canlıların ise kendilerini iyi hissettikleri, mutlu ve tatmin dolu hayatları yaşadıklarını görmek ve dünya tezahüründeki acıya son vermek hedefimiz. Binlerce yıldır tüm kavgamıza ve şımarıklığımıza rağmen şikâyet etmeden sevecenlikle bizi bağrına basan şu mavi gezegene yarar sağlamak dışında bir misyonu olmayan insanların bir araya gelmesi ve giderek çoğalması tek kişisel motivasyonum.
Dünyamız, buraya asıl geliş amacımızı anladığımızda ve o yolda çalışmaya başladığımızda dengesini bulacak. Bu günlerde hepimiz içimizde ve çevremizde yaşanan kaos ve korku ortamına karşın bu satırları yazmak istedim. Çünkü dengemizi korumamız ve sakinleşmemiz gerekiyor.
Şimdi, eğer doğmak ile ölmek arasında geçirilen süreye yaşam deniyorsa ve bu okullara gidip, iş sahibi olup, evlenmek ve çocuk sahibi olmak ve bunlarla çerçevelenmiş bir sürecin aralarında yaşanan duygular ve hatıraları kadar mıdır? Yoksa, kendini anlamak, kim olduğunu, yaşam ve geliş amacını hatırlamak ve sonrasında bunun doğrultusunda yaşamak mıdır? Bence budur. Kim olduğunu bilmek için ise biraz gözleri açmak gerekiyor. Ama içeriye doğru, yani farkındalığa doğru.. Dünya giderek deliriyor. Okuduğum kitaplarda ön görülen ahiretin her boyutta yaşandığına şahit olmak ise benim için en büyük ders.
Ders çünkü öğretilerin çoğu bu değil mi? Mevlana’nın ne güzel sözü:
Başına gelenlerden şikayet etme bunlar imtihandır, imtihan dediğin kağıt kalem ile olmaz, kul kul ile sınanır. Elmas nasıl ki yontulmadan kusursuz olmazsa insan da acı çekmeden olgunlaşamaz.
Bazen tüm bunlara kendimi kaptırarak isyan ettiğim, acı çektiğim, şaşırdığım oluyor. Sonrasında ise hatırlamak gerekiyor. Sınava da olduğumuzu hatırlamalı. Şu hayatımızda okuduğumuz kitaplar, öğrendiğimiz öğretiler ne için? Tüm bu kaosa rağmen insan kalabilmek, önce kendimize ve sonra çevremize iyilik verecek sakin limanlar olabilmek için. Sonra da birlik bilincine gelebilmek için. Tüm zihinsel sınırların ve SEN tanımının bittiği yerde BİZ ve BİR olmanın hissedileceği ruhani birleşme.
Ülkenin tüm karmaşasına rağmen doğa muhteşem döngülerine bize rağmen huzurla ve uyumla devam ediyor. Bu aylar bireysel olarak benim de tohumlarını attığım ve meyvelerini sizlerle paylaştığım aylar. Öncelikle sevindirici şeyler de oluyor, kitabım İyilik sende’nin çıkışını ve 7. Baskıya doğru gidişini kutladık.
Ayşe olarak hayatımı yaşarken zorlandığım anlardaki çıkış noktalarımı, şifa sistemleri ve tıp üzerine düşüncelerimi, sağlıktan beslenmeye keşfettiğim ve uyguladığım pratik tariflerimi içeriyor. Gündelik hayatınızda kendiniz ve aileniz için çok faydasını göreceğiniz bilgiler var. Uzunca bir süredir “Ayşe Tolga İyi Yaşam” projemi başlattığım sosyal medya hesaplarımı ve internet sitem üzerinden paylaşımlarımı biliyorsunuz. Bundan önce, klinik aromaterapist ve bütünsel terapi uzmanı olarak çalıştığım on senelik dönemde yaptığım tüm çalışma ve uygulamalarım, sonrasında Türkiye’nin dört bir yanında verdiğim eğitim, seminer ve söyleşilerimde karşılaştığım insanların dönüşümlerine şahitlik etmek bana cesaret verdi, o yüzden bunları sizinle de paylaşmak istedim. Çünkü her ne yaşarsak yaşayalım, dünya ne halde olursa olsun, içimizdeki o tatlı çocuklar hep perilere inanıyor. Bu da bize iyi gelecek tek şey. Kitabımı hepimize şifa olması adına yazdım. Umarım seversiniz.
Artık resmen bahar geldi, en sevdiğim mevsim. Bahar zamanı doğa uyanacak. Üzerine çiçekleri polenleri atacak, gencecik bir anne gibi döl tutacak, meyvelerini sevecenlikle bizlerle paylaşmak için var gücüyle çalışacak. Havalar ısınacak, bitkiler dışında tüm doğa uyanıp dışarıya çıkacak.
Modern çağın ilerlemesiyle birlikte değişen sosyolojik şartlar gereği kadın yani anne evinden ayrılıp iş dünyasına katıldı. Böylece anne, eş, kız, kızkardeş gibi evdeki geleneksel rollerinin dışında bir de işyerinde işçi, çalışan gibi etiketler de edindi. Ancak işyerindeki emeklerinin yanısıra bu geleneksel rollerindeki işlerini de yaparak çalışmaya devam ettiler.
Bu yeni ve çok hızlı hayatın kadınlar üzerinde fiziksel,ruhsal ve duygusal etkileri oldu tabi. Yorgun argın işten dönen kadın evinde akşam yemeğini hazırlama, eşinin istediği gömleğini ütülemek, çocuklarının ev ödevlerine yardım etmek ve onlarla kaliteli vakit geçirmek, bir yandan eşlerine sevgili olarak memnun etmekle koşturmak zorunda kaldılar. Bunları yaparken kendilerinden o kadar uzaklaştılar ki. Koşmaya başladılar, üstlendikleri görevler arttıkça daha hızlı koşmaya başladılar.
Ta ki dünyadaki yerlerini, kim olduklarını, kendilerinin dünyadaki yerini kaybedene kadar. Bununla da bitmedi. Kim olduklarını kaybedince gerçek duygularını bağlantılarını da kaybettiler. Kadınlar iyi bir eş, iyi bir çalışan, iyi bir anne olmak adına bütün enerjilerini veriyorlar. Sürekli koşturuyorlar, sürekli daha iyisini yapabilirim hissi ile parçalanıyorlar. İnsanüstü bir enerji çıkıyor ortaya. Uyku düzenleri bozuk, yeterince beslenemeyen biz kadınlar bu enerjiyi nasıl sağlıyoruz peki?
Ayrıca hormon dengeleri de bu hızlı ve seri hayat tarzından etkilenmiş durumda. İşte burada kortizol ve adrenalin devreye giriyor. Bu hormonlar bizi sürekli tetikte tutarak gün içinde aktif kalmamızı sağlıyorlar. Atalarımızdan bize miras kalan ve hayatta kalmamızı sağlayan –kaç ve kurtul içgüdümüzü tetikleyen bu hormonlar ise vücutta ne etki yaratıyor? Sürekli olarak adrenalin salgılanan vücut, beyin tarafından ‘tehlikedesin ve enerjiye ihtiyacın var’ olarak algılanarak daha fazla yağ ve şeker ihtiyacı yaratıyor. Vücudumuz, glikozin ve yağ ihtiyacı duyduğu için bu tarz gıdalara yöneliyor. Bu ise, atalarımız olan mağara kadınlarının vücut biokimyaları ile günümüz kadının vücut biokimyası arasındaki ciddi farklılıklar doğuruyor. Günümüz kadınının bedeninde, yaşadığı bu hızlı hayatı karşılayacak kalitede besinlerle beslenemediği ve uyumadığı için, vücudunda çok ciddi hasarlar oluşmakta. Aşırı dengesiz kilo almak ve vermek, kilo dengesizliği gibi sorunların yanı sıra, hipertiroid, hormonal sorunlar, şeker, gizli şeker gibi metabolizma rahatsızlıkları da yerini buluyor. Hayatını devam ettirmek için de doğasından uzak şeyler yapıyor bu kadın. Sistemini açmak için güne kafeinle başlamak ve akşam uyuyabilmek yani sistemi kapatmak için içkiye ihtiyaç duyar hale geliyor.
İşte bu çok fena.. Bu kadın sürekli olarak vücuduna ve varlığına’ Yetemiyorum. Daha iyisini yapabilirim. ‘ mesajını veriyor. Ancak yetemiyor, yetemiyor, yetemiyor. Tükeniyor. Mutsuz oluyor ve devam ediyor. Ancak yapılacak şeyler basit. Her şeyden önce yavaşlamak. Yavaşlamanın ilk kuralı ise, derin nefesler almak ve vermek. Bir de temizlenmek nasıl mı? Aşağıda.
Aslında biraz manifesto olacak, biraz biz kadınlara kendimizi hatırlatacak bir iki satır yazacağım o kadar.Güçlü olduğunu unutmamalısın, tercihlerinin olduğunu da. Seçimlerin ve yolların olduğunu unutmaman gerektiği gibi. Çalışan, üreten, emek veren, doğuran ve çoğaltan olduğunu unutmamanı isterim bugün.
Esas gücün kırılganlık olduğunu, gücün zorluklara rağmen çözüm bulmak olduğunu. Ve bunların hepsinin de sende olduğunu hatırlamanı birde. Kız kardeşKendi hikayenin kahramanı olduğunu hatırla. Kendi ayaklarına güven, kendi adımlarına güven, kendi rotana ve kendi hikayene güven.
Hayatta sen olabilmek için her şeye sahipsin. Moda, evlilik, din ve sayamadığım pek çok sistem ve sektör tarafından sürekli eksik hissettirildiğini anlayıp bunu bıraktığında, kendi hayatının kahramanı olacaksın. Yok edilmez, kırılamaz, küllerinden yeniden doğan ve doğuran sensin. Bugün senin günün kutlu olsun.
“Dünyadaki her şeyin bir sebebi vardır.Her bitki bir hastalığı tedavi etmek için büyür.Ve her insan bir görevle yaratılmıştır.”
Apaçi Kızılderilileri Atasözü